SİYASÎ FAALİYETTE BULUNMAK HAKKI[1]


Prof.Dr. Bülent Nuri Esen

 

İki harp arasında husule gelen hadiseler ve son harbin doğurduğu yenj vaziyetler iç kamu hukukunda mühim inkişaflara sebep oldu.

Devletlerarası hukuk enstitüsünün 1929 New-York toplantısında kabul ettiği "Devletlerarası insan hakları demeci" klâsik ferdiyetçi nazariyenin zaferi olmuştu. Onbeginci yüzyıldanberi ifade ve müdafaa edilmiş olan bu prensip ilim muhitleri üzerinde derin tesirler uyandırdı. Filhakika, enstitüce kabul olunan demeç, insanların devlet için değil, develtin insanlar için mevcut oiduğunu ve binaenaleyh, nihaî gayenin ferdi himaye etmek olacağını ifade ediyordu.

Ancak, enstitü demecinde anlatılan esaslar ferdin ana haklarını ve hürriyetlerini hukukî bakımdan bir korunmaya mazhar kılabilmiş değildi. Bu imkân "Evrensel insan hakları demeci" nin kabulü üe sağlanabilmiştir.

Son harbin fikrî kıymetler yönünden bir dünya ihtilâli şeklinde tezahür etmiş olması ve hakikatte cihan milletlerinin hürriyet uğrunda savaşmış bulunmaları harp sonrası devlet iç nizamının vasfında da ana mefhumun hürriyet olması şeklinde bir yeni inkişaf ve değişme doğurdu.

Demokrasiyi hürriyetsiz tasavvur etmek mümkün değildir- Uzun devirler sürüp giden münakaşalar artık nihayet bulmuş ve bugün demokrasinin yargılanması sona ermiştir. Devletin demokrasiden gayri bir hükümet usulü ile idaresi mevzuubalris olmamaktadır. Şimdi, dâva, demokrasiden ne anlaşılmak lâzım geleceğini tâyindedir. Bu da maalesef kolay bir iş sayılamaz. Gerçe, evrensel insan haklan demeci karşılıklı zıt anlayışların bir terkibini ifade etmek istemiştir. Lâkin, bu mevzuda henüz mesele son hal şeklini bulmuştur, denemez. Ancak, bir nokta pek mühimdir. O da, demecin demokrasiye göre devlet idaresi için vazgeçilmez mekanizmanın ne olduğunu ilân etmiş bulunmasıdır. Evrensel demecin 21 inci maddesi (Bend: 1) şöyle diyor: "Her şahıs, memleketine ait kamu işlerinin yönetimine doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilcileri vasıtası ile katılmak hakkını haizdir."

Dikkat edilirse, ifâde edilmek istenen hüküm ile yepyeni bir hak tesbit olunmuş değildir. Bundan önce mevcut demokrasi telâkkisinde de hükümet işlerinin yürütülmesinde halka ait olan iktidardan bahsedilmekte idi. Daha geçen asırda Amerika birleşik devletleri başkam A. Lincoln demokrasi, için, "Halk tarafından hükümet idaresi" formülünü kullanıyordu. Binaenaleyh, evrensel demeçte yeralmış bulunan hüküm yeni değildir; esasen eski hak demeçlerinde mevcut olan bir hükmün tekrarıdır.

Binaenaleyh, ferde ait siyasî hakkın asıl mahiyeti değişmiş değildir. Bununla beraber, bu hakkın şümulü genişlemiştir.

Klasik hukuk demeçleri ferde siyasî iktidarı elinde bulunduracak olanları belirtmek hakkını tanımakta idiler. Bu hakkın gerçek mânası ancak zamanla ortaya çıkabildi- Bu cümleden olarak genel oy esası tedrici bir surette kabule mazhar olabilmiştir.

Buna mukabil, evrensel demeçte kamu işlerinin yönetimine katılma şeklinde anlatılan fikir hükümet işlerinin halk tarafından idare olunmasına matuf tekmil hareketleri kucaklamaktadır. Bu suretle, fert, sadece anayasa sistemine göre seçime iştirak suretiyle iradesini belirtmekle iktifa etmeyecek, kamu işinin görülmsi esnasında da fikir ve reyini bildirebilecektir. Zira, ferdin kamu işinin yönetimine katılmak hakkı sadece seçim devresine veya oy verme anma mahsus bir hak değildir.

Burada kamu işinin yönetimine katılmak diye ifade olunan faaliyet bizce geniş mânası ile siyasî faaliyettir. Yalnız, böyle bir siyasî faaliyetin, yukarıda da açıkladığımız gibi, halk tarafından hükümet idaresi gayesine matuf bulunması lâzımgelir. Kamu işi tâbirinin kullanılmış olması başka türlü bir tefsire imkân vermez.

Bu bakımdan, ferdin evrensel demece göre haiz bulunduğu hak, yâni siyasî faaliyette bulunan hakkı hükümet mefhumunun yeni baştan gözden geçirilmesini gerektirmektedir.

Hali hazırda dahi umumuiyetle kabul olunan telâkkiye göre hükümet, iktidarı kullanan devlet cihazadır. Yürütme faaliyetlerinde bulunmak ona aittir- Ferd, iktidarı kullanacak olanları belli eder. Bu kimseler, haiz bulundukları yetkileri fertlerin oyundan kuvvet alarak kullanırlar. Ancak, hükümeti teşkil edenlere oy vermemiş olanların durumu ne olacaktır? Bunlar, irade ve temayüllerine uymayan hükümet faaliyetlerine karşı ne yapabileceklerdir?

Bunun cevabım evrensel demeç veriyor: Fert, her hal ve kârda kamu işinin yönetiminde oy sahibidir. Şu halde, hükümet icraatını ^yenmemek, yapılan işi tenkid etmek, işin icrası tarz veya usulünü doğru bulmamak ferdin hakkıdır. Fert bu bakımdan hükümete muvafık veya muhalif olmak üzere mütalâa edilemez. Çünkü, hükümet işinin görülmesinde ister muvafık ister muhalif olsun her ferdin rolü vardır. Hatta, evrensel demeç bu bakımdan siyasi rüşt yaşına gelmiş olanlarla olmayanları da tefrik etmemiştir. Binaenaleyh, henüz küçük de olsa, temyiz kudretini haiz olan şahsın böyle bir rol oynayabileceği su götürmez.

Demek oluyor ki, evrensel demeçte tesbit edilmiş bulunan siyasî faaliyette bulunma hakkı belli bir yaşla mukayyet tutulan oy verme hakkından daha geniş bir mahiyet göstermektedir. Bundan başka, siyasî faaliyette bulunma hakkının fcrdde mevcudiyeti, hükümet anlayışında bir değişiklik doğurmuştur. Kanaatimizce, bundan böyle, hükümet mefhumu içerisinde iki zıd unsuru bir arada mütalâa etmek zarureti vardır. Bir yandan, iktidarı yürütme; öteyandan, iktidara karşı koyma, yani muhalefet demokratik hükümetin zarurî unsurları olmaktadır. Muhalefet keyfiyeti bugüne kadar bir vakıa olarak görülmekte idi. Bugün ise, hükümetin bir unsuru olmak üzere karşımıza çıkmaktadır. İktidarı kullanan hükümet; lâkin, ona sahip olan devlettir. İktidar, sahibine nazaran bir bütün teşkil eder. iktidarın kül olarak kullanılması hükümete bırakılmış değildir. Böyle bir şey kabul edilecek olursa otoriter bir rejime gitmek pek kolay olur. Gerçi; iktidarın kullanılmasında en büyük pay hükümetindir. Fakat, hükümetten hukukan ayrı bir takım kuvvetler de iktidar kullanılmasma iştirak etmektedirler. Umumî tabiri ile muhalefet dediğimiz varlık için durum böyledir. Ancak, bize göre, muhalefeti hükümetin zıddı gibi görmek hatalı olur. Hatta, netice, devlette biri hukukî, diğeri fiilî müesseriyeti haiz iki hükümet yaratmağa dahi varabilir. Onun içindir ki, bundan böyle, anayasa hukuku bakımından hükümeti tahlil ederken bunda bir taraftan iktidarı, diğer taraftan muhalefeti ihtiva eden çift unsur mütalâa edilmesi icap ettiği fikrindeyiz. Evrensel demecin tesbit ettiği hüküm muvacehesinde fiilî bir duruma sahip olan muhalefet mekanizmasının hukukî bir mahiyete kavuştuğunu kabul etmek icap ettiği kanaatini taşıyoruz.

Görülüyor ki, evrensel demeçte ifade olunan siyasî faaliyette bulunma hakkı yeni bir takım telakkilerin ortaya çıkmasına imkân vermektedir. Şu kadar var ki, ortaya attığımız telakkinin hakikî şümulünü tayin ve tesbit edebilmek için siyasî faaliyet hakkını kullanmanın nereler£ kadar varabileceğini, yani hududunun ne olduğunu da bilmeliyiz.

Acaba, siyasî faaliyet hakkını kullanmanın bir hududu var mıdır?

Her şeyden önce şu noktai nazarımızı açıklamak muvafık olacaktır: Siyasî faaliyet hakkım kullanmanın hükümet yönünden gelme her hangi bir tahdidi mevzuubahis olamaz. Zira; bu hak hükümet faaliyetlerinin temin ve temadisi için konulmuştur. Bizzat hükümet, hakkı kayıtlamağa kalkışacak olursa kendi faaliyetlerini ifada temaruz ediyor, demektir. Bu hal ise, onun meşruiyetini ihlâl eder.

Diğer taraftan, evrensel insan haklan demeci ferdi himaye etmeği gözönünde tutmuştur. Bu demeçte tesbit ve ilân olunan haklar bütün milletlerin ve tekmil insanların lehine konulmuşlardır. Bir devlet Birleşmiş Milletler teşkilâtında üye olmasa bile vatandaşları bu hakların himayesi altındadm Bir varlığın beşer vasfmı haiz olması bu haklardan istifadesi için kâfidir. Dünyanın neresinde ve hangi gartlar içinde bulunursa bulunsun fert, insan olarak, himayeye mazhardır. O kadar ki, siyasî faaliyette bulunma hakkı bir kimseyi bizzat kendi hükümetine karşı dahi himayeye matuftur. Nitekim, Bayan Roosevelt üçüncü komisyonun 2 Kasım 1948 toplantısında bu ciheti açıkça ifade etmiştir.

Kaldı ki, evrensel insan hakları demeci ferde ait ana hakları ve hürriyetleri devletlerarası hukukun teminatı altına sokmuştur. Demeçte ilân olunan hakların müeyyidesi bakımından hararetli bir münakaşu mevcut ise de, bu münakaşa demeçteki hükümlerin hukukî kıymetini bertaraf edemez. Kırk sekiz devletin demeci kabul etmiş olması onun i ukukî kıymetini tayine kâfidir. Olsa olsa, mesele, demeçte yazılı hükümlere riayetin mecburî kılınması meselesi olabilir. Bu noktada da, yapılacak i§ devletlere düşmekte olup, her devlet demeç hükümlerinin mecburiliğini kendi anayasası prensiplerine göre sağlayabilmek durumundadır.

Şu hale göre, demeç ile ilân olunan bir hakkın takyidi, yine demeç hukukî ayar ve değerinde bir metinle mümkün olacaktır. Onun içindir ki, siyasî faaliyette bulunma hakkının tahditlerini de yine bizzat demeçte aramak icap eder.

Bu tahditlerden birincisi, 29 uncu maddenin 1 numaralı bendinde görülüyor: "Şahsiyetinin serbest ve tam gelişmesinin ancak içerisinde mümkün olduğu topluluğa karşı ferdin vazifeleri vardır".

Ferdin serbestçe ve tam olarak inkişafı ancak toplulukta mümkündür. Ferdi topluluğa birleştiren haklar ve vazifeler karşılıklı olarak yekdiğerine bağlıdırlar.

İşte, 29 uncu madde 1 numaralı bendinde ifade olunan prensip budur. Binaenaleyh, siyasî faaliyette bulunma hakkı da, diğer ana hak ve hürriyetlerde olduğu gibi, topluluğa karşı vazife ile mukayyettir. Bizce, bu vazifeler anayasa ile gösterilmiş olmalıdırlar. Böyle olmayan ahvade anayasaya aykırı bulunmayacak kanunlarda yer almalıdırlar. Yasama organının iradesi dışında kalan iradelerden çıkabilecek topluluğa karşı vazife olamaz.

Diğer bir tahdide yine 29 uncu maddenin 3 numaralı bendinde rastlayoruz: "Haklar ve hürriyetler hiç bir halde Birleşmiş Milletlerin gaye ve prensiplerine aykırı olarak kullanılamazlar".

Bu tahdidin hakikî şümulünü belirtmek için Birleşmiş Milletler andlaşması ile tesbit edilmiş bulunan gaye ve prensipleri hatırlamak icap eder.

Birleşmiş Milletlerin nihaî gayeleri "gelecek nesilleri harp belâsından korumak" tır. Bu gayeye erişebilmek iyin takip olunacak bir çok prensipler vardır. Bunların başlıcaları: İnsan haklarına, şahsın haysiyet ve değerine, erkek ve kadının hak eşitliğine inanmak, adalete saygı göstermek, sosyal ilerlemeyi kolaylaştırmak ve daha geniş bir hürriyet içinde daha mükemmel hayat şartları yaratmaktır.

Bu prensiplere aykırı siyasî faaliyette bulunmak da fert için caiz değildir.

Demek oluyor ki, siyasî faaliyette bulunma hakkı ancak topluluğa karşı vazife ve bir de Birleşmiş Milletler prensipleri, ölçüleri ile kayıtlıdır. Bunlar dışında siyasî faaliyette bulunma hakkının hiç bir takyidi yoktur ve olamaz. Çünkü bu hakkın fertten nezedilıncsi imkânı düşünülemiyeceği gibi, sayılan kayıtlamalardan gayrı tahditlere tabi tutulması da hatıra gelemez. Bizzat fert bu hakkını kullanmaktan vazgeçmek imkânına da sahip değildir. Siyasî faaliyette bulunma hakkı kamu düzeni mülâhazası ile, hem de Devletlerarası ve iç kamu düzenleri mülâhazası ile, ilân edilmiş bir haktır. Eski oy verme hakkının yanıbaşmda siyasî faaliyette bulunma hakkının yer almış olması sayesinde demokratik hekûmetin bünyesine bizce hakikî mahiyetini vermek mümkün olmakta ve bu hükümette muhalefetin de iktidar gibi bir devlet organı parçası olarak mütalâa edilmesi lâzım geleceği hakikati tezahür etmektedir.

Birleşmiş Milletlerin prensiplerinde ifadesini bulan demokrasi devleti bütün insanlık ölçüsünde tahakkuk ettirilebileceği için demokratik vasıf taşımak ıztırarmda bulunan zamanımız devletlerinin hükümetleri vardığımız neticeye aykırı bir bünye göstermemelidirler.
 

[1] Yıl 1950 Cilt 7 Sayı 3-4Sayfa 58-62

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications