“CUMHURİYET” NEDİR?
Prof.
Michel-Henry FABRE,
Aix en
Provence Hukuk Fakültesi
Bugün
incelemek istediğim konu Cumhuriyet rejiminin siyasî
durumunun ne olduğu. Fransa'da 1789 İhtilâlinden bu yana
çeşitli siyasî rejimler yaşadık; bu arada hükümdarlık ve
imparatorluk tecrübelerini de gördük.
Cumhuriyet rejiminin de olduğunu belirtmek için bu
rejimi kendisinden gayrı rejimlere göre tarif etmek
isabetli olur.
Hep
bildiğiniz gibi, hükümdarlık müessesesi (irs)e ve (ilahî
lütuf) a dayanan bir telâkki ile izah olunur. İmparator
da keza irs yolu ile gelmiş olabilir. Ancak bunun
başlangıçta halk tarafından seçilmiş olması da
kaabildir.
Cumhuriyet, olumsuz yoldan tarif edilecek olursa daha
ayan şekilde belirmiş olur. Cumhuriyet, öyle bir
rejimdir ki, bu rejimde devlet başkanı irs yolu ile
belli olmaz. Görülüyor ki, cumhuriyet iktidarını
nitelendiren, bu iktidarın hiç bir zaman şahsî bir
iktidar olmayışı, ilahî hukuka dayanmayışı ve milletten
gelme oluşudur.
Cumhuriyetin ne olmadığını ifade etmek kolay ise de, ne
olduğunu söylemek, cumhuriyet için geçerli ve olumlu bir
tarit vermek zordur. Gerçekten, olumlu bir tarif verme
teşebbüsü bazı güçlüklerle karşılaşır. Zira, Fransa'da
bugüne kadar cumhurî nitelik taşıyan oniki anayasa
gördük. Bu durum karşısında, Eflâtun'un tabiri ile,
Fransa'da bir anayasa panayırı vardır, demek hiç de
yanlış olmaz. Şu kadar var ki, anayasal nitelik taşıyan
anayasalar ancak cumhuriyetçi siyasî partiler
tarafından, yani sol partiler tarafından ileri sürülmüş
müessesevi yapılar olmuştur. Esasen Fransız
anayasalarının bir hususiyeti de ekserisinin
cumhuriyetçi çoğunluklar tarafından oylanmış olmasıdır.
Olumlu
bir tarif vermenin bir başka zorluğu da şuradan
gelmektedir: En son cumhuriyet, yani V. Cumhuriyet
dediğimiz De Gaulle Cumhuriyeti geleneksel cumhuriyete
nispetle tezatlı olarak kurulmuştur. Bugünkü
cumhuriyette bir çok tezatlar görmekteyiz. O kadar ki,
karşımıza çıkan mesele eğer bir soru halinde
şekillendirilecek olursa: «Acaba Fransa'da gerçek
cumhuriyet var mı? Yoksa bir (cesarisme) mi, ya da başka
merhale mi geçirilmektedir. Eğer böyle ise, bugünkü
merhale bir gelişmenin neticesi midir? sorusu
olmaktadır.
1958
yılı öncesi için herhangi bir cevap verilebilmesi iç içe
iki ayrı falcılıkta bulunmakla mümkündür: Bir yönden,
geleneksel cumhuriyetin bir tahlili; öte yandan geleceğe
ait tahmin.
Bunlardan ilk önce geleneksel cumhuriyetin tahlilini ele
alacağım. Geleneksel cumhuriyet dediğim zaman 1870 den
1948 e kadar devam eden devredeki cumhuriyeti
kastediyorum. Bu devredeki cumhuriyet rejimi, genel bir
ifade ile söylemek lâzım gelirse, orta çizgi
üzerindedir. Buna (Hayrelumûru evsetuhâ) rejimidir
denebilir. Bu devredeki cumhuriyet vasat insanların,
roütavazı vatandaşların rejimidir. Karakteri itibariyle
bir burjuva rejimi özelliklerini gösterir. Fakat, aynı
zamanda sağduyu sahibi insanların rejimidir. Bu rejimde
herşeyden önce gelen hürriyettir. Ancak bu hürriyet
anlayışı toplumu anarşiye de, parlâmento diktatoryasına
da götürebilir. Gerçekten de, parlâmento halk tarafından
seçilmiş bir heyettir ve halkın hürriyetini tesis eden
odur. Böyle olmakla beraber parlâmento'nun hürriyetleri
tesis edici ve koruyucu olması vatandaş hürriyeti için
başkanlık rejiminde olduğu kadar tehlikelidir.
Amerika'da tehlike iktidarlar arasındaki karşılıklı
denge sayesinde savuşturulabilmişse de orada olduğundan
farklı olarak geleneksel cumhuriyet devri Fransasında
parlâmento iktidarı diğer iktidarlar aleyhine gelişme
göstermiştir.
Bizim
cumhurî sistemimizde kamu iktidarı mensupları peşinen
şüphe altındadırlar. Nâzın olsun, hâkimi olsun, askeri
olsun, hepsinden şüphe edilir. O kadar ki, siyasal
iktidara karşı beslenen bu husûmet siyasî iktidarı
parçalayarak, atomlaştırarak bir takım anayasal
kuruluşlar ortya çıkmasına sebeb omuştur. Direktuvar
olsun, başkanlık tarzı olsun, komisyonlar ve komiteler
kurulması yollarının araştırılması olsun, hep siyasî
iktidarın parçalanmasının delilidirler. Meselâ,
komisyonlara yahut komitelere bir takım iktidarlar
verilmekle gerçek iktidarın kimde olduğu bilinemiyecek
bir durum ortaya çıkmıştır. Böyle olunca da, Fransa'da
cumhuriyet anonim bir değer olmuş, herkesin hükümeti
anlamına gelmiş, isimsiz bir rejim ifade etmiştir.
Cumhuriyetin herkesin hükümeti olduğunu söylemekle onun
dayandığı prensiplerden ikincisine, yani eşitliğe gelmiş
oluyoruz.
İtiraf
etmek gerekir ki, eşitlik de cidden patlayıcı bir
maddedir. Tabiî, kastımız yalnız hukukî eşitlik değil,
fakat aynı zamanda sosyal eşitliktir.
Fransa'da eşitliğin geleneksel anlamı kanun önünde
eşitliktir. Bu, meselâ, oy vermede, mecburi askerlik
hizmetinde, vergi ödemede, adalet dağıtımında, yarışma
usulü uygulanan kamu hizmetlerine girmede kendini
gösteren cumhurî bir müessesedir.
Buna
mukabil, bu eşitlik fiilî ve gerçek bir eşitlik
değildir. Cumhurî diye nitelendirdiğimiz bu eşitlik
ekonomik servette riyazî bir eşitlik sağlamamaktadır.
Hürriyete ve eşitliğe kısaca bir göz attıktan sonra
cumhuriyetin üçüncü vasfı olan kardeşliğe değinmek
gerekir. Cumhurî kardeşlik ılımlı bir kavramdır. Yalnız,
bu kardeşlik, adının annettirebileceği gibi, bir duygu
değildir. Bunun büsbütün zıddına, sosyo1ojik bir
kuvvettir. Cumhurî kardeşlikten kasıt, belli bir sosyal
sınıfın tarihî saiklerle kendi sınıf çıkarı yanında
genel çıkara da hizmet etmek iddiasıdır. Bu, orta
burjuvazya'nm dayandığı sosyolojik kuvvettir. Aslında
burada bir denge oyunu görüyoruz. Bir taraftan, köylü
sınıfı büyük burjuvazya'dan ve kapitalistlerden reform
ile bazı yenilikler ister, öte yandan, bunun aksine
olarak, büyük burjuvalar sınıfı köylüye karşı prbleterya
diktatoryasının fert hürriyetini tehlikeye sokacağını
iddia eder. Karşılıklı denge oyunu yüzünden hükümetler
hemen hemen daima merkez hükümetleri olarak kurulur.
Merkez hükümeti ihtiyacı bir siyasî hareketin
ifadesidir. Bu siyasî harektte iki ayrı oluşma
görülebilir: Ya, merkez kuvvetleri ilerleme gayesinde
başarılı olabilmek için sağ cenaha karşı sol kuvvetlerle
birleşir; yahut da, yine merkez kuvvetleri bir ihtilâl
tehlikesine karşı sağ kuvvetlerle sola karşı
birleşirler. Her iki halde de ortaya merkez hükümeti
çıkar.
De
Gaulle cumhuriyetinin tahliline gelince: bu cumhuriyet
dahi geleneksel cumhuriyet mütearifelerinden hareket
etmekle beraber bu mütearifelerden bir takım yeni
müessesevî neticeler çıkarmaktadır. Bu neticelerin
beraberlerinde getirdiği yenilikler V. Cumhuriyetin
propagandası içinde yeni mânâlar alıyor.
İzin
verirseniz bunları tekrar ele alalım.
Evvelâ,
hürriyet. Hürriyet iktidar üzerinde bir ağırlıktır. Bu,
iktidarın, şahsî iktidar oLmıyacağı demektir. Gerçekten
de, cumhuriyette irsiyete yer yoktur. İktidar, kanunen,
sorumsuz olmaktan çıkmıştır.
V.
Cumhuriyette iktidarın şahsîleşmiş olduğunu görüyoruz.
Burada cumhuriyet adsız olmaktan çıkmıştır. İktidarı da,
ferdîleşmiş bir iktidar olmuştur. Ancak, bu iktidar
ferdîleşmesine rağmen geleneksel cumhuriyet prensipleri
yine mahfuz tutulmakıtadır. Yine basın hürdür. Yine
Üniversiteler özerktir. Yine bizler, yani öğretim
üyeleri ve öğrenciler muhalefetteyiz. Ve, şuna da dikkat
buyurulsun ki, iktidarın ferdîleşmiş olmasına rağmen V.
Cumhuriyet komünistleri zindana atmayan yegâne iktidar
olmuştur.
1940’tan önceki III. Cumhuriyet devrinde bir Clemenceau,
biı Waldeck - Rousseau, bir Poincare de iktidarı
kendilerinde şahsîleştirmişlerdi. Hattâ, IV. Cumhuriyet
anayasasında (madde: 46) bu keyfiyet ifadesini de
bulmuştu. Evveliyatına bakarak V. Cumhurryette
gördüğümüz iktidar ferdîleşmesini daha önceki
tecrübelerin bir sonucu gibi görmek de mümkündür.
Eşitlik
yönünden de V. Cumhuriyet hukukî eşitlik seviyesini aşıp
fiilî ve ekonomik bir eşitlik istemek yolunu tutmuştur.
İstenilen şey, millî gelirin âdilâne bir dağılımıdır.
Bu, iktisadî bir alanda gelişme ifade eder. Ve menşei
1936 lara kadar götürülebilir O devirde siyasî hayatta
varlıklarını kabul ettirmiş olan teşekküllerden radikal
- sosyalist ve komünist partiler (Halk Cephesi) adı
altında bir hükümet kurmuşlardı. Bu hükümetin amacı bir
yandan siyasî demokrasi, öte yandan da sosyal demokrasi
idi.
Nihayet
kardeşliği ele alalım. Kardeşliğe gelince, V.
Cumhuriyette de merkez hükümeti şeklinde devam
etmektedir. Eskiye nispetle yegâne fark bu defa merkezin
kendi dışında kuvvetlerle birleşme ihtiyacı duymayışında
ve çoğunlukta oluşundadır. Artık merkez, duruma göre,
sağda ve solda taraftar aramak ihtiyacında değildir. Bu
hale bakarak denilebilir ki, Gaullisme hareketi bir
merkezî çoğunluk hareketidir. De Gaulle'den beri
hükümet, yürütme işlerinde müttefik aramamaktadır. Hattâ
bundan ötürü bazen De Gaulle Fransası için (siyasî
olmaktan çıkmıştır) denilmektedir. Aslında bu tavsifte
isabet yoktur. Meydana gelen, sadece eskiden mevcut olan
siyasî merkezî muvazene sisteminin ortadan kalkmış
olmasıdır. Merkezin çoğunluk olarak iktidara gelişi yeni
bir hareketin eseri değildir. Çok daha önce, 1789
yılında başlıyan ve her Fransızı arazi sahibi yapmağı
amaç tutan bir hareketin neticesidir.
Bugün
sosyal adaleti iki yoldan gerçekleştirmek bahis konusu
oluyor. Bu yollardan biri sovyetik yoldur. Farkları
ortadan kaldırmağa dayanır. Bunun da çaresi mülkiyeti
yok etmektir.
Fransız
düşüncesinde ise, ilkinci yola yer verilmiştir.
Fransa'nın yolu sosyal adaleti sağlamakta mülkiyeti
kaldırmak değil, tekmil vatandaşları mülk sahibi kılmak
yoludur. 1958 den beri Fransa'da siyasî merkez
kuvvetlerinin çoğunlukta oluşunun sebeplerinden biri de
budur.
Fransızların anlamakta oldukları mana içinde sosyal
adalet diğer devletlere de öğütlenebilecek bir anlam
taşımaktadır. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti millî
bağımsızlık içinde lâik ve sosyal yenilenmeler yolunda
bir devlettir. Bu bakımdan Fransa'dan öğüt diye beliren
şey başka devletlere Türkiye'nin örnek olduğu ve olması
gereken şeydir.
17 Nisan 1968’de Ankara Hukuk Fakültesinde
verilip Prof. Dr. Bülent Nuri Esen tarafından
türkçeye çevrilmiş olan derstir.
|