Prof.Esen Türkiye gemisini “Titanik” Vapuruna benzetti.[1]

Anayasa Profesörü “yani” diyor, “bir taraftan gemi
Batıyor, bir taraftan da yolcular yukarıda tango
yapıyor, vals yapıyor.”
METE AKYOL

Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen kahve tiryakisidir.
Çalışma Odasındaki dolapta kahve hazır durur. Kendisi
Kaynatır, kendisi içer ve bazen de, misafirlerine ikram
eder. Alafranga kahveye bildiğimiz şekeri koymaz.
Çünkü şekere haşarat gelmekte ve odayı istila etmektedir.
Bülent Nuri Esen’in özel şekeri vardır. Fincanlara ondan
Damlatır…
 

                “Gemiyi nasıl buluyorsun, gemiyi?” dedi, daha buyur otur demeden.

                Gözlerimi önce, arkasındaki duvarda gezdirdim, sonra yandaki duvarlara kaydırdım, sonra da arkama dönüp, onun karşısındaki duvarda dolaştırdım.

                Ankara Hukuk Fakültesi Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen’in çalışma odasının duvarlarında, Atatürk’ten tutun da, Bedri Koraman’ın iki üç hafta önce Milliyet’in Pazar ilavesinde yayınlanan “sağım solum vardır” başlıklı yarım sayfalık karikatürüne kadar çok şey vardı amma… Gemiye benzer bir şeyler yoktu duvarlarda da, masada da…

                “Hangi gemiyi hocam?” diye sordum merakla.

                Profesör Bülent Nuri Esen eliyle oturmamı işaret ettikten sonra kolları ve göğsünü masaya dayadı:

                “Hangi gemiyi olacak, canım?” dedi. “İçinde bulunduğumuz gemiyi soruyorum.”

                Sağıma baktım, soluma baktım, hatta ayaklarımı bastığım yere baktım, yine göremedim gemiye benzer bir şey.

                “Vallahi hocam, hangi gemiden bahsettiğinizi…”

                Bülent Nuri Esen, eliyle sözümü kesti:

                “Kaçta kalktın bu sabah?”

                “Yedi buçukta hocam.”

                “Şimdi kaç, saat?”

                “Dokuz buçuğa geliyor, efendim.”

                “Anlaşıldııı… Dur sana bir kahve yapayım.”

                Bana kahve mi yapacak? Profesör Bülent Nuri Esen mi? Hem de çalışma odasında mı?

                Ya kafamın marşına basmayı unutmuşum bu sabah, ya da afyonum patlamamış henüz.

                Sözlerini anlayamadığımın farkına tez vardı Bülent Nuri Esen.

                “Dur efendim, şaşırma hemen öyle” dedi. “Ocak da burada, çaydanlık da burada, kahve de burada.”

                Anayasa Profesörü Esen, koltuğundan kalktı. Ben onun, bir yere gideceğini sanmıştım.

                A-a-a-a…

                Koltuğunun dibine çömeliverdi, hoca.

                “Hocam?”

                Masanın arkasından bir baş göründü:

                “Efendim?”

                “Şey… Rahatsız mı oldunuz diye soracaktım.”

                “Ne rahatsız olması yahu? Sana kahve yapıyoruz burada. Gel şöyle de, sen de gör istersen…”

                Doğrusu çok merak ettim bir profesörün bu işi nasıl yaptığını.

                Profesör Bülent Nuri Esen’in masasının arkasına kadar çekine çekine yürüdüm. Bir de ne göreyim? Fotoğraf makinesi olmasa, vallahi inanmazsınız.

Dolap içindeki teşkilat

                Bülent Nuri Esen, koltuğunun dibine çömelmiş. Karşısında, bir dolap. Dolabın içinde bir elektrik ocağı. Elektirk ocağının üstünde de çaydanlık.

                “Hocam, bu teşkilat ne böyle?”

                “Böylesi daha pratik oluyor.”

                Profesör Esen, çaydanlıktaki sıcak suyu aldı, içine biraz Amerikan kahvesi koyduğu bardaklara boşalttı ve nefis bir kahve yaptı.

                “Kusura bakma, böcekler dadandığı için şeker barındırmıyorum burada” dedi. “Şundan damlatayım, şeker niyetine. Kaç damla olsun?”

                Şeker hastalarının ilaç olarak, şişmanlamak istemeyenlerin ise rejim olarak kullandıkları tatlandırıcıdan ikişer damla da damlatınca bardağa, kahve tam kahve oluverdi.

                “İç bakalım iki yudum.”

                İki değil, dört yudum içtim.

                “Nasıl olmuş?”

                “Fevkalade. Ellerinize sağlık.”

                “Haaa… Şimdi söyle bakalım, gemiyi nasıl buluyorsun?”

                Gemi, gemi, gemi… Ne gemisi bu yahu?

                “Hocam, kusura bakmayın amma, ben bu gemi meselesini pek anlayamadım, galiba…”

                “İçinde bulunduğumuz gemiden bahsediyorum, canım.”

                “İçinde bulunduğumuz gemiden mi bahsediyorsunuz?”

                “Sen şu kahveni sonuna kadar bitirsene önce.”

                Kahveyi, bardaktaki son damlasına kadar içtim.

                “Tamam hocam. Hazırım.”

                “Neye?”

                “Gemi meselesini halletmeye.”

                Bülent Nuri Esen, bir kahkaha attı:

                “Yahu ben sana bilmece sormuyorum” dedi. “Şu içinde bulunduğumuz gemi var ya…”

                Ya Allah…

                “Var hocam. Evet?”

                “Şu Türkiye gemisi yani… Nasıl buluyorsunuz şu Türkiye gemisini?”

Titanik ve Türkiye

                Oh, şüküüür… Şimdi oldu.

                “Valla hocam, her şey ortada, malum. Sizin bulduğunuz gibi buluyorum ben de.”

                “Yani sen de Titanik’e mi benzetiyorsun, bu gemiyi?”

                “Ha, tabii, hocam. Titanik’e benzetiyorum.”

                “Yani bir taraftan gemi batıyor, bir taraftan da yolcular, yukarda tango yapıyorlar, vals yapıyorlar.”

                “Çok doğru, hocam.”

                “Sen hatırlamazsın amma, Titanik’i.”

                Doğru yahu… Ben Napolyon’un Moskova seferini de hatırlamam amma Allah sinemacılardan razı olsun.

                Geç gösterdi amma, kesin olarak gösterdi tesirini kahve. Bülent Nuri Esen’in odasına ne için geldiğimi birdenbire hatırlayıverdim.

                “Telefonda da arzetmiştim ya hocam” dedim. “Hani futbol maçlarına gitmeyi yasak etmiştiniz kendinize. Oyuncular profesyonel olduktan sonra, bir kez bile maça gitmemiştiniz burada?”

                “Evet biliyorum. Gitmedim.”

                “İşte bu konuda bir röportaj yapmak için gelecektim ya, bugün.”

                “Oluuur. Gel öyleyse.”

                Geldim ya işte, hocam.”

                “Ha, iyi öyleyse.”

                “Başlayabilir miyim bu konudaki sorularıma?”

                Ellerini iki yana açıp, yine durdurdu beni Bülent Nuri Esen.

                “Sen bana soru sormaya başlamadan önce, benim sana sorduğum soruya cevap ver bakayım?”

                “Buyurun, hocam.”

                “Gemiyi nasıl buluyorsun, gemiyi? … Onu söyle sen bana asıl…”

                Ben şimdi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen’e, “Şu Türkiye gemisini nasıl bulduğumu” anlatıyorum.

                Bu seans bitsin, onunla, maçlara yaptığı boykot konusunda da görüşeceğiz, inşallah.

                Bu arada siz de boş durmayın da, şu soruya cevap verin:

                “Siz nasıl buluyorsunuz bu gemiyi?”

[1] Mete Akyol, Milliyet gazetesi, 18.08.1968.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications