Prof.Esen Türkiye gemisini “Titanik” Vapuruna benzetti.
Anayasa Profesörü “yani” diyor, “bir taraftan gemi
Batıyor, bir taraftan da yolcular yukarıda tango
yapıyor, vals yapıyor.”
METE AKYOL
Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen kahve tiryakisidir.
Çalışma Odasındaki dolapta kahve hazır durur. Kendisi
Kaynatır, kendisi içer ve bazen de, misafirlerine ikram
eder. Alafranga kahveye bildiğimiz şekeri koymaz.
Çünkü şekere haşarat gelmekte ve odayı istila
etmektedir.
Bülent Nuri Esen’in özel şekeri vardır. Fincanlara ondan
Damlatır…
“Gemiyi nasıl buluyorsun, gemiyi?” dedi,
daha buyur otur demeden.
Gözlerimi önce, arkasındaki duvarda
gezdirdim, sonra yandaki duvarlara kaydırdım, sonra da
arkama dönüp, onun karşısındaki duvarda dolaştırdım.
Ankara Hukuk Fakültesi Anayasa Profesörü
Bülent Nuri Esen’in çalışma odasının duvarlarında,
Atatürk’ten tutun da, Bedri Koraman’ın iki üç hafta önce
Milliyet’in Pazar ilavesinde yayınlanan “sağım solum
vardır” başlıklı yarım sayfalık karikatürüne kadar çok
şey vardı amma… Gemiye benzer bir şeyler yoktu
duvarlarda da, masada da…
“Hangi gemiyi hocam?” diye sordum
merakla.
Profesör Bülent Nuri Esen eliyle
oturmamı işaret ettikten sonra kolları ve göğsünü masaya
dayadı:
“Hangi gemiyi olacak, canım?” dedi.
“İçinde bulunduğumuz gemiyi soruyorum.”
Sağıma baktım, soluma baktım, hatta
ayaklarımı bastığım yere baktım, yine göremedim gemiye
benzer bir şey.
“Vallahi hocam, hangi gemiden
bahsettiğinizi…”
Bülent Nuri Esen, eliyle sözümü kesti:
“Kaçta kalktın bu sabah?”
“Yedi buçukta hocam.”
“Şimdi kaç, saat?”
“Dokuz buçuğa geliyor, efendim.”
“Anlaşıldııı… Dur sana bir kahve
yapayım.”
Bana kahve mi yapacak? Profesör Bülent
Nuri Esen mi? Hem de çalışma odasında mı?
Ya kafamın marşına basmayı unutmuşum bu
sabah, ya da afyonum patlamamış henüz.
Sözlerini anlayamadığımın farkına tez
vardı Bülent Nuri Esen.
“Dur efendim, şaşırma hemen öyle” dedi.
“Ocak da burada, çaydanlık da burada, kahve de burada.”
Anayasa Profesörü Esen, koltuğundan
kalktı. Ben onun, bir yere gideceğini sanmıştım.
A-a-a-a…
Koltuğunun dibine çömeliverdi, hoca.
“Hocam?”
Masanın arkasından bir baş göründü:
“Efendim?”
“Şey… Rahatsız mı oldunuz diye
soracaktım.”
“Ne rahatsız olması yahu? Sana kahve
yapıyoruz burada. Gel şöyle de, sen de gör istersen…”
Doğrusu çok merak ettim bir profesörün
bu işi nasıl yaptığını.
Profesör Bülent Nuri Esen’in masasının
arkasına kadar çekine çekine yürüdüm. Bir de ne göreyim?
Fotoğraf makinesi olmasa, vallahi inanmazsınız.
Dolap içindeki teşkilat
Bülent Nuri Esen, koltuğunun dibine
çömelmiş. Karşısında, bir dolap. Dolabın içinde bir
elektrik ocağı. Elektirk ocağının üstünde de çaydanlık.
“Hocam, bu teşkilat ne böyle?”
“Böylesi daha pratik oluyor.”
Profesör Esen, çaydanlıktaki sıcak suyu
aldı, içine biraz Amerikan kahvesi koyduğu bardaklara
boşalttı ve nefis bir kahve yaptı.
“Kusura bakma, böcekler dadandığı için
şeker barındırmıyorum burada” dedi. “Şundan damlatayım,
şeker niyetine. Kaç damla olsun?”
Şeker hastalarının ilaç olarak,
şişmanlamak istemeyenlerin ise rejim olarak
kullandıkları tatlandırıcıdan ikişer damla da damlatınca
bardağa, kahve tam kahve oluverdi.
“İç bakalım iki yudum.”
İki değil, dört yudum içtim.
“Nasıl olmuş?”
“Fevkalade. Ellerinize sağlık.”
“Haaa… Şimdi söyle bakalım, gemiyi nasıl
buluyorsun?”
Gemi, gemi, gemi… Ne gemisi bu yahu?
“Hocam, kusura bakmayın amma, ben bu
gemi meselesini pek anlayamadım, galiba…”
“İçinde bulunduğumuz gemiden
bahsediyorum, canım.”
“İçinde bulunduğumuz gemiden mi
bahsediyorsunuz?”
“Sen şu kahveni sonuna kadar bitirsene
önce.”
Kahveyi, bardaktaki son damlasına kadar
içtim.
“Tamam hocam. Hazırım.”
“Neye?”
“Gemi meselesini halletmeye.”
Bülent Nuri Esen, bir kahkaha attı:
“Yahu ben sana bilmece sormuyorum” dedi.
“Şu içinde bulunduğumuz gemi var ya…”
Ya Allah…
“Var hocam. Evet?”
“Şu Türkiye gemisi yani… Nasıl
buluyorsunuz şu Türkiye gemisini?”
Titanik ve Türkiye
Oh, şüküüür… Şimdi oldu.
“Valla hocam, her şey ortada, malum.
Sizin bulduğunuz gibi buluyorum ben de.”
“Yani sen de Titanik’e mi benzetiyorsun,
bu gemiyi?”
“Ha, tabii, hocam. Titanik’e
benzetiyorum.”
“Yani bir taraftan gemi batıyor, bir
taraftan da yolcular, yukarda tango yapıyorlar, vals
yapıyorlar.”
“Çok doğru, hocam.”
“Sen hatırlamazsın amma, Titanik’i.”
Doğru yahu… Ben Napolyon’un Moskova
seferini de hatırlamam amma Allah sinemacılardan razı
olsun.
Geç gösterdi amma, kesin olarak gösterdi
tesirini kahve. Bülent Nuri Esen’in odasına ne için
geldiğimi birdenbire hatırlayıverdim.
“Telefonda da arzetmiştim ya hocam”
dedim. “Hani futbol maçlarına gitmeyi yasak etmiştiniz
kendinize. Oyuncular profesyonel olduktan sonra, bir kez
bile maça gitmemiştiniz burada?”
“Evet biliyorum. Gitmedim.”
“İşte bu konuda bir röportaj yapmak için
gelecektim ya, bugün.”
“Oluuur. Gel öyleyse.”
Geldim ya işte, hocam.”
“Ha, iyi öyleyse.”
“Başlayabilir miyim bu konudaki
sorularıma?”
Ellerini iki yana açıp, yine durdurdu
beni Bülent Nuri Esen.
“Sen bana soru sormaya başlamadan önce,
benim sana sorduğum soruya cevap ver bakayım?”
“Buyurun, hocam.”
“Gemiyi nasıl buluyorsun, gemiyi? … Onu
söyle sen bana asıl…”
Ben şimdi Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Anayasa Profesörü Bülent Nuri Esen’e, “Şu
Türkiye gemisini nasıl bulduğumu” anlatıyorum.
Bu seans bitsin, onunla, maçlara yaptığı
boykot konusunda da görüşeceğiz, inşallah.
Bu arada siz de boş durmayın da, şu
soruya cevap verin:
“Siz nasıl buluyorsunuz bu gemiyi?”
|