ÖZGÜRLÜK VE ÖTESİ
Yılmaz Karaçalı
1950
yıllarında Ankara Hukuk Fakültesinin Anayasa Hukuku
hocası ışıklar içinde yatsın Bülent Nuri Esen’di. Esen,
kendine özgü bir kişiliği olan birisiydi. Ders vermeye
hocalık cübbesini giyip gelirdi. Kürsüye çıktığında iki
yanında asistanları olurdu. Bir konuyu anlatacağı zaman
konuyu bir soru ile açar. Birinci sınıfın büyük
dersliğini bakışları ile tarar ve arka sırada kız erkek
iki arkadaş birbirleri ile söyleşiye dalmışlarsa onlara
hemen seslenirdi: “arka sıradakiler o işi sinema
salonuna erteleyin şimdi ön sıralara gelip beni
dinleyin.” der, konu ile ilgili soruyu sorardı. Örneğin,
özgürlükler konusunu işlediğinde sınıfa sorduğu ve
karşılığını da kendisinin verdiği soru şu olurdu: “Acep
hürriyet ne ola?”
Kişinin özgürlük haklarını tek tek sayar ve davranış
özgürlüğünden başlardı. “Davranışta özgürsünüz ama, bu
davranış özgürlüğünü kullanıyorum diye tutup başka
birine zarar veremezsiniz, ondan güçlü olduğunuz için
daha güçsüz birini dövemezsiniz. O’nun başka haklarına
ket vuramazsınız. Cebindeki parasını zorla alamazsınız.
Kişiliğine saldırıp aşağılayamazsınız. Kısacası kendi
davranış özgürlüğünüz başka bir bireyin özgürlük
sınırında biter.” derdi.
Yine
arka sıradaki kız ve erkek arkadaşa döner ve ön sıralara
geçip dersi dinlemeye başladıkları için teşekkür eder ve
onları örnek alarak ilk davranışlarını dillendirir ve
arka sıradaki davranışlarının kendisinin ders anlatma
özgürlüğü sınırına girdiklerini belirtirdi. “Her
özgürlüğün bir sınırı vardır” derdi. Kişiler arasındaki
özgürlük sınırlarından sonra kamu ile bireyler
arasındaki özgürlüklere gelir ve fakültenin önünden
geçen troleybüslerin yürümesini sağlayan elektrik
tellerinin gölgesinin bireyin güneşten yararlanmasını
kısıtladığını söyler arkasından da “ama o kadarcık gölge
sizin güneş ışınlarından yararlanmanızı engeller yalnız
engel toplum yararına yapılan bir engeldir. Sizin
yaşamınızı karartacak ölçüde kötü bir engel değildir.”
derdi.
Özgürlükler konusunu ise şöyle bağlardı: “Bireyle birey
arasında ve kamu ile birey arasındaki özgürlükler
anayasa hukukunca dengelenir. Eğer ülkede dengeler tam
olursa toplumdaki düzen iyi olur. Toplumun bireyleri
esenlik içinde yaşarlar. Bu denge çarpıtıldığı anda
toplum kargaşaya sürüklenir. Bireyler burgacın içine
düşerler, sonu belirsiz bir ortamda zor günler
geçirirler. Toplumun düzenini sağlayan anayasayı yapmak
ise çağdaş hukuku bilen doğrusu özümsemiş olan özgür
hukukçuların baş görevidir”, diyerek dersi bitirirdi.
Bu
dersi verdiği yıllardan sonra Türkiye bir kargaşaya
sürüklenmeye başlamıştı. Siyasiler, demokratik bir ortam
yaratacaklarına özgürlükleri kısıtlayarak halkı sürü
durumuna sokup çoban olma hevesine kapıldılar. Sonunda
27 Mayıs 1960 devrimi oldu. Kimilerinin darbe demesine
bakmayın 27 Mayıs anayasası bir devrim anayasasıydı.
Yurttaş bu anayasayı özümsedi. Fakat, kendi çıkarlarına
ters düştüğü için egemen güçler dış güçlerle birleşerek
deneyimsiz gençleri kullanarak ülkeyi burgaçlar
oluşturan bir karmaşaya sürüklediler. O burgaçlar
içerisinde bugün ülke siyasasına yön verebilecek tüm
yetenekler yok edildi. O kargaşayı körükleyenler ise
utanmadan ortalıkta dolaşıyorlar.
Türk Dili Dergisi, yıl:21,cilt:21,
Temmuz-ağustos 2007
|