ÖZGÜRLÜK VE ÖTESİ[1]

Yılmaz Karaçalı

 

 

1950 yıllarında Ankara Hukuk Fakültesinin Anayasa Hukuku hocası ışıklar içinde yatsın Bülent Nuri Esen’di. Esen, kendine özgü bir kişiliği olan birisiydi. Ders vermeye hocalık cübbesini giyip gelirdi. Kürsüye çıktığında iki yanında asistanları olurdu. Bir konuyu anlatacağı zaman konuyu bir soru ile açar. Birinci sınıfın büyük dersliğini bakışları ile tarar ve arka sırada kız erkek iki arkadaş birbirleri ile söyleşiye dalmışlarsa onlara hemen seslenirdi: “arka sıradakiler o işi sinema salonuna erteleyin şimdi ön sıralara gelip beni dinleyin.” der, konu ile ilgili soruyu sorardı. Örneğin, özgürlükler konusunu işlediğinde sınıfa sorduğu ve karşılığını da kendisinin verdiği soru şu olurdu: “Acep hürriyet ne ola?”

Kişinin özgürlük haklarını tek tek sayar ve davranış özgürlüğünden başlardı. “Davranışta özgürsünüz ama, bu davranış özgürlüğünü kullanıyorum diye tutup başka birine zarar veremezsiniz, ondan güçlü olduğunuz için daha güçsüz birini dövemezsiniz. O’nun başka haklarına ket vuramazsınız. Cebindeki parasını zorla alamazsınız. Kişiliğine saldırıp aşağılayamazsınız. Kısacası kendi davranış özgürlüğünüz başka bir bireyin özgürlük sınırında biter.” derdi.

Yine arka sıradaki kız ve erkek arkadaşa döner ve ön sıralara geçip dersi dinlemeye başladıkları için teşekkür eder ve onları örnek alarak ilk davranışlarını dillendirir ve arka sıradaki davranışlarının kendisinin ders anlatma özgürlüğü sınırına girdiklerini belirtirdi. “Her özgürlüğün bir sınırı vardır” derdi. Kişiler arasındaki özgürlük sınırlarından sonra kamu ile bireyler arasındaki özgürlüklere gelir ve fakültenin önünden geçen troleybüslerin yürümesini sağlayan elektrik tellerinin gölgesinin bireyin güneşten yararlanmasını kısıtladığını söyler arkasından da “ama o kadarcık gölge sizin güneş ışınlarından yararlanmanızı engeller yalnız engel toplum yararına yapılan bir engeldir. Sizin yaşamınızı karartacak ölçüde kötü bir engel değildir.” derdi.

Özgürlükler konusunu ise şöyle bağlardı: “Bireyle birey arasında ve kamu ile birey arasındaki özgürlükler anayasa hukukunca dengelenir. Eğer ülkede dengeler tam olursa toplumdaki düzen iyi olur. Toplumun bireyleri esenlik içinde yaşarlar. Bu denge çarpıtıldığı anda toplum kargaşaya sürüklenir. Bireyler burgacın içine düşerler, sonu belirsiz bir ortamda zor günler geçirirler. Toplumun düzenini sağlayan anayasayı yapmak ise çağdaş hukuku bilen doğrusu özümsemiş olan özgür hukukçuların baş görevidir”, diyerek dersi bitirirdi.

Bu dersi verdiği yıllardan sonra Türkiye bir kargaşaya sürüklenmeye başlamıştı. Siyasiler, demokratik bir ortam yaratacaklarına özgürlükleri kısıtlayarak halkı sürü durumuna sokup çoban olma hevesine kapıldılar. Sonunda 27 Mayıs 1960 devrimi oldu. Kimilerinin darbe demesine bakmayın 27 Mayıs anayasası bir devrim anayasasıydı. Yurttaş bu anayasayı özümsedi. Fakat, kendi çıkarlarına ters düştüğü için egemen güçler dış güçlerle birleşerek deneyimsiz gençleri kullanarak ülkeyi burgaçlar oluşturan bir karmaşaya sürüklediler. O burgaçlar içerisinde bugün ülke siyasasına yön verebilecek tüm yetenekler yok edildi. O kargaşayı körükleyenler ise utanmadan ortalıkta dolaşıyorlar.
 

[1] Türk Dili Dergisi, yıl:21,cilt:21, Temmuz-ağustos 2007

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications