OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
BÜLENT NURİ ESEN
Prof.Dr. Rasim ADASAL
Ünlü hukuk bilgini, Anayasa Profesöürü,
değerli üniversite hocası, düşünür, coşkun hatip, usta
hümorist… Bülent Nuri Esen artık aramızda yoktur. Aşağı
yukarı amansız bir beyin kanamasının sonucu olarak bir
buçuk aydan beri bitkisel bir hayat yaşamaktaydı. Modern
hekimliğin tedavi çabalarıyla bu komadan çıksaydı, ne
olacaktı? “afazi” denilen bir konuşma bozukluğu olacak:
düşündüklerini anlatamayacak, söylenenleri anlamayacak,
bir taraflı yarı felçten dolayı bastonla yürüyecek,
artık derslerin gidemeyecek, televizyonda Atatürk’ü
gerçek Kemalizm inancıyla gençlere anlatamayacaktı.
Gerçek bir hayat ve tıp felsefesine göre bu sonuç acı,
lakin bir bakıma göre de bir çeşit “mirvana” yani ebedi
huzura kavuşturan bir kurtuluştur.
Artık
onu seven, birçok bayanlar ve sevgili arkadaşları bana
şu soruyu soramayacaklar: “Bülent Esen’le ne vakit
tekrar televizyonda canlı konuşmalar yapacaksınız?”
Fakat ben Bülent’i bu televizyon sohbetlerinde
tanımadım. Onu İzmir’de eski Baro Başkanlarından Nuri
Beyin yeğeni olarak, lise öğrencisi olduğu zamandan beri
tanıyordum, zira beraber lisede okuyan ve hukuk
öğrenimlerini yapan iki yeğenimin sınıf arkadaşı idi.
Ergenlik çağı döneminde de ele avuca sığmayan, son
derece hareketli ve ünlü psikanalist “mung”un kişilik
tipleri bölünmesine göre daima dışa dönük “extrovert”
olan ve toplumun yararları için çalışan bir gençti.
Daha
sonra 1936-1937 yıllarında da ben Paris’te yabancı bir
psikiyatri asistanı olarak üniversite kliniklerinde
çalışırken, o da hukuk doktorası için aynı şehirde
bulunuyordu. Orada da hukuk bilimi, sanat, tiyatro,
opera, sosyal hayat… gibi çeşitli alanları ilgilendiren
çok renkli ve hareketli bir hayat yaşıyor ve oradaki
öğrencilerin manevi liderliğini yapıyordu. Arada bir
psikiyatri poliniklerine de geliyor ve o dönemin ünlü
ruh hekimlerini ve adli tabiplerini dinleyerek not
alıyordu. Fakat en çok sevdiği şeylerden biri de sık sık
operaya, operetlere gitmekti. Zira Galatasaray mezunu
olarak çok iyi Fransızca biliyordu. Bazı arkadaşlarına
göre Galatasaray’da ona o tarihi dönemin en ünlü bir
sinema artisti ismi takılmıştı. Zira yine ifadelerine
göre bir tiyatro sanatkârı olmak amacını belirtiyordu.
Lakin Baro Reisi ve velisi olan dayısının telkinlerine
dayanamayarak Hukuk Fakültesine girmiş, fakat hayatının
son anına kadar mesleğinde bile bu istidadının izlerini
belirtmiştir.
Kişisel özellikler
Anayasa üstadını iki üç sütun içinde
bütün kişisel ve bilimsel özellikleriyle canlandırmak
olanaksızdır ve onu değerli eserleri, daima ilgililere
tanıtacaktır. Ben iki yıl önce Bülent Esen’le
televizyonda yaptığımız canlı psikososyal, medikososyal
ve kültürel canlı sohbetlerde onun bazı kişisel
özelliklerini daha iyi kavrama olanağını buldum. Bir kez
son derece zeki, sohbetlerde otoriteli, kendi mesleği
dışında kalan birçok kültürel sorunlarda çok bilgili
olarak bana durmadan sorular soruyor ve bir mahkeme
başkanı gibi beni sıkıştırıyordu. Nitekim her konuda
kendi görüşlerini bana da benimsetmek çabasını
gösteriyordu. Hiç unutmayacağım o akşam konumuz
“yıldırım aşk” idi. Ben Kızılay otobüs durak yerinde
kırmızı bereli genç bir kıza bir Romeo gibi tutuşan bir
üniversiteli gencin hikâyesini anlatıyor ve bunu
psikalanalitik bir anlamla çocukluğunda ara sıra
evlerine gelen kırmızı çoraplı güzel bir kadına olan ve
silinmeyen hatırasına bağlıyordum. Yıldırım aşkın
beyindeki belirli merkezler, sevgilinin çeşitli
davranışları ile olan nörapsikolojik mekanizmalarını ve
etkilerini anlatırken, Bülent “Canım hoca, uzatmayalım
nihayet bu kuyruk sokumuna iner…” diye sözümü kesmişti.
Bir bakıma bunun da bir manası vardı, zira cinsel
kamçılanmanın omuriliğin son kısmı ile az çok bir
ilişkisi mevcuttur. Buna benzer espirili hatıralar
çoktur.
Barışçı bir düşünce
Bülent Esen politik ve sosyal inancı
itibariyle son derece barışçı bir düşünürdü. Bundan
ötürü meslek hayatına atıldığı günden beri son derece
aktif ve konuşkan bir Anayasa hocası olarak tarafsız bir
görüşle bütün ünlü politikacılarla arkadaşlık yapmış ve
dolayısıyla bazı yakınları tarafından zaman zaman
kınanmıştır. Fakat kişiliğinin en güçlü özelliği
demokratik sistemlere ve Atatürk ilkelerine olan
inancıydı. Derslerinde de tarihi dönemin gereklerine
göre çok açık bir eda ile esprili konuştuğu için zaman
zaman çok alkışlandığı kadar, söyledikleri bazı
öğrenciler tarafından onaylanmazdı. Fakat hoca, çok kez
esprili olmak için bilerek böyle konuştuğu için hiç
kimseye kızmazdı. Bülent hoca kadınları çok sayan,
onlarla oturup sohbet etmesini seven bir insan olarak
tam manasıyla feminist idi. Bunu da bir çeşit donjuanlık
sayan ve hatta bunun için takılanlar olurdu. Ancak
Bülent bütün bunlara, “Kıskandınız… Benim gibi güçlü
erkek olmadığınız için böyle söylüyorsunuz” cevabını
veriyordu. Ben bile zaman zaman (sen bir çeşit sevgi
sergilemesi yapıyorsun) diye takıldığım zaman bütün
arkadaşları kahkahalarla gülüyorlardı. Oysa Bülent hoca
ailesine ve çocuklarına son derece bağlı, çok az içki
içen, gece eğlenceleri olmayan, bütün zevkini mesleğinde
ve sosyal hareketlerde doyuran çok yönlü bir hoca idi.
Onu
dış dünyadan ayıran beyin komasına girdiği ilk günlerde
Termal Oteli’nde bir romatizma tedavisi görüyordum.
Orada bulunan öğretmen, avukat, doktor, iş adamı,
artist, ev kadını olarak birçok vatandaşlar bana bir
sinir-ruh hekimi ve aynı zamanda Bülent’in eski bir
arkadaşı olmam itibariyle, büyük bir ilgiyle sağlık
durumumu soruyorlardı. Demek ki, Bülent hoca memleket
ölçüsünde müsbet isim yapmış olan bir anayasa hocası,
fakat her şeyden önce halk katlarına kadar inen ve
onlarla hemhal olan, hayatı seven ve sevdirmeye çalışan
popüler bir vatandaş idi. Bu tabiatıyla bir insanın
hayatta aradığı en gerçek mutluluktur ve Bülent Nuri
Esen sırası geldikçe arkadaşları, öğrencileri ona hayran
olan vatandaşları tarafından kitapları ve canlı
konuşmalarıyla olduğu kadar, kendine özgü esprileri ve
kişiliğiyle aranacaktır. Ne yazık ki, bu derece canlı,
hayata bağlı ve amaçlı olan bu ele avuca sığmaz insanı
felek altmış dört yaşında aramızdan almıştır. Fakat aynı
felek Atatürk’ü de Bülent Nuri Esen’den daha genç yaşta
aldıktan sonra gerçek hayat felsefesine ve kadere
inanmaktan başka bir çaremiz yoktur. Ailesi ve çocukları
şefkatli bir aile resini, Ankara Hukuk Fakültesi değerli
bir hocasını, hukuk dünyası ünlü bir meslekdaşını,
memleket seçkin bir vatandaşını kaybetmiştir. Hepimize
“başımız sağ olsun” derken, hayatının son iki üç
dakikasında Goethe’nin söylediği sözle yazımı
bitiriyorum:
“Ağlayın dostlar! … Komedya bitmiştir.”
1902 yılında Girit’te doğdu. 1920 yılında
Askeri Tıbbiye okuluna girerek 1925 yılında
teğmen rütbesiyle mezun oldu. Mezuniyetinin
ardından İstanbul Gülhane Askeri Tıp
Akademisi’nde sinir ve Ruh Hastalıkları asistanı
olarak çalıştı ve Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Hizmetleri’ni yürüttü. 1932 yılından sonra
yurdun farklı illerinde nöro-psikiyatri uzmanı
olarak görev yaptı. 1936–1938 yılları arasında
Paris Tıp Fakültesi Charcot Nöroloji Kliniği’nde
Prof. Dr. Guillain’in yanında ve St. Etienne’de
Prof. Dr. H. Claude’un psikiyatri kliniklerinde
çalıştı. 1943 yılında Gülhane Askeri Tıp
Akademisi Sinir ve Ruh Hastalıkları Kliniği
profesör muavinliğine; 1945 yılında ise Gülhane
Askeri Tıp Akademisi Sinir ve Ruh Hastalıkları
Kliniği profesörlüğü’ne getirildi. 1946 yılında
Gülhane ile birlikte çalışmakta olan Ankara Tıp
Fakültesi Ruh Hastalıkları Kliniği
direktörlüğünü de üstlenerek 5 yıl boyunca bu
iki görevi bir arada yürüttü. Gülhane ile
Ankara Tıp Fakültesi birbirinden bağımsız
çalışmaya başladığında Adasal’ın tercihi fakülte
oldu ve emekliliğine kadar fakültede görevine
devam etti. 1972 yılında emekli oldu. 1982
yılında İzmir’de öldü. Bazı eserleri: Psikozlar
ve Nevrozlar, Modern Klinik Psikiyatri, Ruh
Hastalıkları, Cinsiyet, Aşk ve Evlilik, Yeryüzü
Tanrıları, Liderler, Komutanlar, Kahramanlar
Psikolojisi.
|