HOCAMIZ BÜLENT NURİ ESEN[1]

Prof. Dr. Kudret Ayiter[2]

 

Bizler Bülent Nuri Esen'in ilk öğrencileriyiz.

1939 sonbaharı. Ankara Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencileriyiz. Bina, Fakültenin bu günki binası değil. O zamanlar Sergi Evi olan bu günki Opera binasının çapraz karşısında, yoldan biraz geride, iki katlı, etrafı bahçe duvarı ile çevrili sarı bir bina. Sınıfları en çok 100 kişi alır, düz ayak. Ders Medenî Hukuk. Hocamız Profesör Esat Arsebük. Derse yalnız gelmedi. Bir adım arkasında Bülent Nuri Esen var. Biliyoruz, bir süreden beri Bülent Bey, Medenî Hukuk Doçenti. Ama kimse yakından görmemiş. Esat Arsebük kürsüye çıktı. «Miras Hukukuna başlıyacağız, ama bu bölümü size ben değil, Doçent Dr. Bülent Nuri Esen okutacak» dedi. Sonra onun kişiliğinden söz etti. 1932 yılında Galatasaray lisesini, 1935 de İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdiğini, 1937 de de Paris Hukuk Fakültesinde Hukuk Doktorasını yaptığını belirtti. «Bu gün sınıfınızda ilk defa Kürsüye çıkan bu genç arkadaşım, ilerde çok değerli bir ilim adamı olmaya namzettir» dedi, kendisini kürsüye davet etti, biz de hepimiz alkışladık.

Bülent Nuri Esen, ders notlarını önüne koydu, etrafına baktı, ölümüne kadar hiç bir zaman değişmemiş sesi ile «Arkadaşlar, dersimiz Miras Hukuku» diye başladı. «Arkadaşlar» değişi, içten ve dostça idi, bizler en gencimiz 20, çoğumuz 25 yaş dolaylarında idik, o da 28 di.

Bu gün çok kimse, Bülent Hocanın, Özel Hukuk'tan geldiğini, uzun yıllar bu alanda yetiştiğini, ancak sonraları Kamu Hukukuna, Anayasa Hukukuna geçtiğini bilmezler. Bizden sonra daha bir çok yıl, Fakültenin eski ve sonra yeni binasında Medenî Hukuk Dersini okuttu. Sonraları bir defa, bana, Fakültenin o eski binasını ne kadar sevdiğini anlatmış:

«— Orada başka bir hava vardı, o ufak binada sanki birbirimize daha yakındık, bir taşra Fakültesinin sevimliliği, sıcaklığı vardı » sonra durmuş, gülmüş ve «belki de orada ilk defa ders verdiğim için o kadar severdim» demişti.

Özel Hukuk alanından gelmesinden olacak, herkese Özel Hukuk yolu ile yetişmesini sağlık verirdi. Son yıllarda, kürsüsüne Asistan olmak istiyen biri için kendisi ile konuşurken, «Doktorasını Medenî Hukuktan yaptıktan sonra benim kürsüme geleydi daha iyi olurdu» demiştir.

Bülent Nuri Esen kadar renkli, hareketli bir kişinin arkasından bir şey anlatmak, söylemek çok güç. Onunla beraber yaşamış olmak, ona yakın bulunmak gerekli. Fakültedeki odası, şahsiyetinin bir aynası gibi idi: Orada burada ufak hatıralar, uçak biletleri, bir kart postal, imzalı bir resim, uzak bir diyardan bir reprodüksyon, eski yıllardan kalmış mobilya, kadife kaplı koltuklar, kitap raflarında, kitapların önünde olmayacak eşyalar, kibrit kutuları, aspirin, ufak heykelcikler, kendi resimleri, sevdiklerinin resimleri, çerçevelenmiş diplomaları, diplomaların çerçeve kenarına takılmış, çocuklarının resimleri, masasında eski hokka takımı, insanı sıkmayan, adeta saran bir dağınıklık, sıcaklık, bir düzeyden bir düzeye atlıyan bir değişiklik. Belki hiç bir şey onun şahsiyetini odası kadar iyi aksettiremezdi.

Onu telefonla aradığımızda, telefonu açtığında:

— «Benim» derdi. Sesi, tanınması için yeterdi. Bülent Nuri Esen bir «ses» idi. Onun sesini duymuş olanlar her halde unutmayacaktır. Kendi sesini tanır, onunla tanındığını bilir ve galiba kendi sesini severdi.

Çok iyi konuşmaya meraklı idi, Gerçeği olduğu gibi, açıkça söylemeyi severdi. Bu açık konuşması çok kere karşısındakini şaşırtırdı. Fikirlerini açık, başkalarını ürkütecek derecede açık söylerken hemen hemen daima gülümserdi. Bazen de biraz eskimiş, geçen yüzyıldan kalmış bir dille, çok evvelden gelen bir insanmış etkisini bırakırdı. Bu etkiyi severdi. Halbuki genç idi, her yaşta gençdi, hep genç kaldı. Bazen yakasına taktığı ve sonra ilk rastladığı hanıma verdiği çiçek ile, modaya uygun spor ceketi veya kenarı yırtmaçlı pantalonu, iskoç deseni kasketi ve her şeyi ile her gün genç idi.

Bütün hayatmın ana konusu «Hürriyet» olmuştur. Bütün hayatı hürriyetlerin —kendi deyimi ile «Hürriyet» in— savunması ile geçmiştir. Hürriyet onun için bir hayat felsefesi idi. Hürriyeti için bir çok maddî olanakları tepmiş, hayatının bu sebeple sıkıntılı yılları olmuştur. Bu yıl, Fakültenin 50 yıllık yayınları kitabını hazırlıyoruz. Bütün öğretim üyeleri yayınlarını sıralıyor. Onun listesinde ilk eser «Kölelik ve Hürriyet». Daha Hukuk Fakültesini bitirmeden, Paris'e gitmeden önce yayınlamış. Hürriyet, onun, günlük hayatının tümü idi. Yaptıklarını, söylediklerini, düşünme tarzını ancak böyle anlamak mümkündür.

— Hürriyetimi etkiliyorsa medeniyeti sevmiyorum demişti Troleybus tellerini, gökyüzünü çizgisiz, telsiz görmesi hürriyetini engellemesi yönünden sevmediğini bana söylemişti.

Öğrencilerini bu hürriyet fikri içinde coşturmak isterdi. Her türlü kalıp düşüncenin, belli bir fikir çerçevesi içinde kalmanın, dogmaların karşısında olmuştur. Genişlemek, hep genişlemek. Bu yönden de hiç bir zaman yalnız bir Anayasa Hukukçusu değildi. Bu Medenî Hukuk ile yola çıkışından değildi. 1945'e kadar özel hukukçu, Sigorta hukukçusu, tş Hukukçusu, Fikrî Hakların ve Ticaret Hukukunun meraklısı idi : Çeşitli konularda 24 Kitap, 30 Makale, 11 çeviri. İşte bütün bir hayatın eserleri.

Avukatlık hayatı da kendi şahsiyetini aksettirmiştir. Evvelâ Konya Sokakta, tş Kur Hanında, sonra Yenişehir'de, İzmir Caddesinde yazıhanesi olmuştu. Ben de gitmişimdir. Hukuk konulan tartışılır, kültür bahisleri açılır, şiir okunur, hikâyeler anlatılırdı. Konunun siyasî olmasını istemezdi. Siyasî hayata hiç girmedi.

1950-1960 döneminde siyasî iktidara karşı ilk defa konuşanlardan biri idi. Ama Üniversite Kürsüsünden siyasî yönden değil, akademik yönden sesini yükseltmiştir. Vazifesinden alındı. Bu durumunu da hiç bir zaman siyasî bir yatırım için kullanmadı.

Yıllarca cübbe ile ders verişi de o yıllara rastlar. Bir fert olarak değil, bir müessese ve onun sembolü içinde konuşmak istemesindendi. Sesini, o etkili sesini Üniversite adına kullanmak istemiştir.

Onun büyük bir sahne sanatkârı olabileceği çok söylenmiştir. Şiir okuyuşunu duymak lâzımdı. Kürsüsü onun hayat sahnesi olmuştur. Orada alkışlanmak istemiş, orada, öğrencilerinden gördüğü takdir onu mutlu etmiştir. Kürsünün dışında bir hayat da aramamıştır. Hiç bir şeyini kürsüsü kadar sevmediğini biliyorum. Kendisine çok ağır ders yükü düştüğü yıllarda

— Öğrencilerimin önüne fazla çıkıyorum diye şikâyet etmem demiştir.

Hoş görüyü ondan öğrenmek gerekirdi. Başkalarının görüşlerini daima dikkatle dinler, gerekirse,

— Yanıldığımı anlıyorum, derdi.

Olağanüstü medenî cesaret sahibi idi. Anayasa Mahkemesinde, kendisi ile beraber sözlü izahat verdiğim bir duruşmada, hâkimler heyetine, davayı kaybetmenin bütün riskini de üzerine alarak, hâkimlerin gözünün içine baka baka

«— Daha evvelki kararlarınızı beğenmiyorum, içinde yanlış görüşler var» deyişindeki cesareti hatırlıyorum.

Son zamanlarda büyük bir planı vardı: Anayasa Mahkemesi kararlarına dayalı bir Anayasa Şerhi veya el kitabı hazırlamak istiyordu. Malzeme topluyordu. Bu sahada çıkardığı ufak kitap bunun bir ilk denemesi, hazırlığı idi. Eserin geniş, çok geniş olmasını istiyordu. Bu yılın Eylül ayı içinde kendisi ile yurt dışında beraberdik:

— Kudret, vaktim yetmiyor, Gündüz bana yetmiyor, günün ilk ışığında benim de o ışıkla beraber bulunmak arzum var demişti.

Çok erken kalkıyordu. Her şeyi öğrenmek, bilmek arzusu. O sonsuz merakı. Sabahın ilk saatlerinde B.B.C. Radyosunu dinleyişi., ve garip tecelli, bir sabah o erken saatte Radyo dinlerken geçirdiği beyin kanaması.

İki aydan fazla komada yatışı onun şahsiyetine çok zıt düştü diyenler oldu.

Ölüm birden gitmektedir. Ürkütücü bir yok oluş, bir gidiş. Bir ölüm saniyesi. Dehşet veren, kısa bir an. O bizi dehşette bırakmadı, ölümü bizi ürkütmedi sanki. Bizi alıştıra alıştıra, dehşete düşürmeden, bizi üzmeden ölmenin bir şekli. Birden gitmedi, onda ölüm anı iki aydan fazla sürdü. Bir sinema perdesinde yavaş yavaş, ufka doğru gidenin, tebessüm ede ede gidişi gibi. Tatlılıkla, ürkütmeden ölmesini bildi. Bu kadar cana yakın bir insanın bizi alıştıra alıştıra gidişi, gidişi ve tâ uzaklarda kayboluşu gibi.

Bülent Hoca

— Yaşıyor mu?

— Öldü mü?

Karakterine bu kadar uygun bir ölüm olabilirdi.

Galiba Hüseyin Cahit Oğuzoğlu'nun veya Tahsin Bekir Baha'nın toprağa verildiği gündü; Konuşan

«— Seni hiç bir zaman unutmayacağız» dedi.

Yanındaydım.

«— Neden yalan söylerler. Tabii unutulacağız. Nihayet bilemedin bir nesil hatırlar. Sonra hepimiz unutulacağız. Senin yerini almaya çalışacağız, seni aratmayacağız demeleri gerekir», dedi.

Yakın meslek ve kürsü arkadaşlarının, bu arzusuna uygun hareket etmesini dileyelim.
 

[1] ...12.1975 günü Fakültede yapılan törende Prof. Dr. Bülent Nuri Esen'in tabutu başında yapılan konuşma.

[2] A. Ü. Hukuk Fakültesi.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications