GÖZLEM
Uğur MUMCU
“Ölmek Hakkı”
Yaşamı yudum yudum içen insanlar vardır.
Bir sevgi denizinde kulaç atmışlardır ömür boyu.
Sevmişlerdir, sevilmişlerdir. Bu dünyadan çekip
gittiklerinde, dostlarına, taze buketler gibi anılar,
şelaleler gibi kahkahalar bırakmışlardır.
Önceki gün Bülent Nuri Esen hocamızı da
toprağa verdik.
Bir kahkaha deniziydi. Bir espiri
hazinesiydi. Bir duygu dehliziydi. Duygularından,
esprilerinden, kahkahalarından, kulaklarımızda hoş birer
yankı kaldı şimdi. Mezarına kürek kürek toprak
atılırken, ders verişini, açık oturumlarda konuşuşunu,
sınavlarda sorduğu soruları, özel söyleşilerimizi
anımsıyordum tek tek… Ve, bir dokuzyüz yetmişbirlerde,
bir mayıs gecesi, yıldırım bölge cezaevine getirilişini…
Gülerek girmişti cezaevi koğuşuna.
Tanıdıklarını birer birer öpmüştü, espriler yapmıştı.
Kalkmış bir de cezaevi yüznumarasını temizlemek
istemişti:
-
Cezaevini anladık amma, yüznumara temiz olmalı…
Geceyarısı üçe doğru evinin kapısını çalan sıkıyönetim
görevlileri, giyinip kendileriyle gelmesini
istediklerinde:
-
Yahu insan gecenin bu saatinde rahatsız edilir mi?..
diye, söylene söylene arabaya binip yıldırım
bölge cezaevine gelmişti. Gözaltına alındığı günün
akşamı devrin Başbakanı Nihat Erim ile berabermiş. Akşam
Başbakanla beraber, gece de cezaevi. Kendi kendisiyle
alay ediyor, bunları anlatıyordu çevresine.
Nihat Erim, çok yakın arkadaşıydı Bülent
hocanın… Belki bu nedenle 12 Mart yönetimine pek karşı
çıkmamıştı. Çok severdi Erim’i. Sonradan çok kırılmıştı
Erim’e. Kızmıştı. Öfkelenmişti. Hukuk Fakültesi,
sıkıyönetimce basılıp, kitaplar tek tek arandığında,
dayanamayıp odasına gitmiş:
-
Hocam, görüyorsunuz arkadaşınız Erim’i… diye başlayıp,
bir sürü söz sıralamıştı arka arkaya.
Üzgündü. Odası aranıyordu. Bana:
-
Nihat hakkında hüküm verme hemen… dedi sadece. Sonraları
hiç savunmadı arkadaşını bizlerekarşı.
“Atatürkçülük”, “Hürriyet”, “Laiklik”
dilinden düşürmediği, sanki her gün besteleyip söylediği
şarkılar gibiydi. Dilinde başka anlamları vardı bu
kavramların. Renk katardı düşüncelere. “Hürriyet”
derken, “ü”lerini uzatır, bu sözcüğe bir başka ses
verirdi. Bir öğrenci bir gün sordu:
-
Neden hürriyete hürrüyet diyorsunuz?
Cevap:
-
Hür olduğum için…
Hademeler en yakın dostlarıydı. Hademelerden biri
hastalanmasın, hemen arabasına alır, Hacettepe
Hastanesine götürür, orada iyice muayene ettirirdi
kendiliğinden. Herkese, karınca kaderince yardım etmek
isterdi.
-
Benim, ben…
Çağırırdı odasına. Giderdim. Fıkralar anlatırdı.
Anılardan söz açardı, sık sık. Herkesi de tanırdı. Bir
gün Güney Amerikalı devrimci Che Ceavara’nın fotoğrafını
asmıştı odasına. Bir tutucu profesör:
-
Neden asıyorsun… diye sorunca, o tutucu profesörü de
güldüren şu karşılığı vermişti:
-
Yakışıklı adam onun için asıyorum. Ne kızıyorsun. Bir
senin suratına bak, bir de onun…
Fakültedeki odası, Bülent hoca’nın renkli kişiliğini
yansıtırdı. Duvarlar, kitaplar, fotoğraflar ve espri
yazılarla doluydu. Öğrencileri severdi. Solcu olsun,
sağcı olsun severdi hepsini. Bir boykotta, profesörler
kapısı önünde nöbet tutan sağcı öğrencilere; başındaki
kasketi sallayıp:
-
Savulun Lenin geliyor… demiş ve bu esprisini arkadaşı
Nihat Erim’in başbakanlığında, gözaltına
alınmakla ödemişti.
Ne hoş adamdı, zeki, duygulu adamdı bir
değişik adamdı Bülent hoca…
Ölümünden önce “ölmek hakkı” diye bir de
şiir yazmış. Yaşamak ve ölmek üzerine sıralanmış
satırlar:
Bir insan hakkıdır ölmek / elbet kapımızı çalacak bir
gün / ve isteyecek isteyeceğini / değişmez kader olarak
hak olarak / sana vermek düşer isteneni / hak oyunudur
bu / ama namuslu bir alış veriş istersen / vereceğin
yaşama hakkı olduğuna göre / yaşanmaya değmiş bir
hayatın olmalı / bir işe yaramışsan / koruyabilmişsen
savunmasını / maskesini indirmişsen sömürücünün /
sevebilmişsen bir gerçek sevgiliyi / ve hele sevmişse
sevgili seni / ve yüreklerine girebilmişsen / bir
zerrecik katabilmişsen / gelecek denizine / senden
sonrakilerin mutluluğu için / o zaman kapını çalacak
olana / sunulmaya değer bir hayatın var demektir / ve
sen kapını ilk ve son kez çalanı / korkusuz
karşılayabilirsin / o güne kadar hakkın olandan / senden
sonrakilerin aynı hakları uğruna / sonsuz hakkı getirip
verdiği için / sana yeni hak sağladığı için / vazgeçmek
karşılığında sevinçle / henüz hiç tatmadığın /
kullanmadığın / yaşama hakkını / verebilirsin / ölmek
hakkını kazanabilirsin / ve hayatın kaderin olur.
Mezarının üzerine serpilen kürek kürek topraklara
bakıyordum: Bir kürek toprak asistanından… Bir kürek
toprak doçentinden… Bir kürek toprak öğrencisinden… Bir
kürek toprak da kendisini hapsettiren arkadaşından… Bir
kürek toprak doyamadığı yaşamından… Bir kürek zekasından
ve anılarından… Bir kürek toprak da benden sevgili
hocam, nur içinde yat.
Bu dünyadan şöyle esip geçtin Esen hoca…
- Savulun
Bülent Nuri geliyor. Ölmek hakkını, ölmek hürriyetini
kullanarak…
22 Ağustos 1942 günü Kırşehir'de, dört
kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi
Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro
memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk, orta ve
liseyi Ankara’da okudu. 1961 yılında
baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir
süre avukatlık yaptı; yabancı dil
öğrenmek için İngiltere'ye gitti.
1969-1972 yılları arasında Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare
Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın
asistanı olarak çalıştı. Yazmaya,
üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan
Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön
Dergisinde başladı. 12 Mart döneminde
bir yazısında kullandığı "ordu uyanık
olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret
etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal
sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak"
suçunu işlediği iddasıyla gözaltına
alındı. Bu davadan dolayı 7 yıl hapse
mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar
bozuldu ve serbest bırakıldı.
Askerliğini, 1972-74 yılları arasında
Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi
tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak
tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar
altında askerliğini yaparken, zaten uzun
zamandan beri var olan ülseri yüzünden
mide kanaması geçirdi. İlk yazıları
1962'den itibaren Yön, Türk Solu,
Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer
alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında
Akşam, Milliyet, Cumhuriyet
gazetelerinde zaman zaman çeşitli
konularda inceleme yazıları da
yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974
yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde
başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı
Anka Ajansında 1975 yılından itibaren
Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı.
1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet
için yazmaya başladı. gözlem başlıklı
köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar
aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de
İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet
çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı.
Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs
1992 tarihleri arasında Milliyet
Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet
Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği
üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e
döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla
dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında
uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü. |
|