AÇI

MÜMTAZ SOYSAL

Din ve Hukuk[1]

 

 

Danıştay saldırısının en üzücü tarafı, ölen ve yaralananların hukukçu olmaları yanında, öldüren ve yaralayanın da avukat olmasıdır. Yani hukuk öğrenimi görmüş ve hukukla iş gören bir kişi. Saldırının da, en azından açıklanan yönüyle, din duygularının etkisi altında yapıldığı belli. Soruşturmalar, sonuçta başka sıfatları, ilişkileri, etkileri ve bağlantıları ortaya koysun koymasın, olay bu görüntüsüyle de üzerinde önemle durmayı ve bu vesileyle bazı konulara açıklık getirmeyi gerektirecek kadar dikkat çekicidir.

Din-devlet ilişkileri, özellikle Türkiye gibi nüfusunun çok büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, hukuk biliminin ve öğretiminin en ilginç, en güç ve en çetin konularından biridir. Bu konuyu vaktiyle belki de en çok düşünmüş, yazmış ve gerektiğinde bedelini ödeyerek yaşamış hukukçulardan biri olan Profesör Bülent Nuri Esen, Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuttuğu kitaplardan birinde şu basit açıklamayı yapmaktan kendini alamamıştı:

“'Hareket noktası devletle dinin birbirinden ayrı ve farklı ödevlerle yükümlü oluşları ve gayelerinin başka başka bulunuşudur. Devlet, siyasi toplumu belirli ilkelere göre yaşatmak için yaratılmış bir vasıtadır. Burada, toplumun dünya hayatını yaşaması bahis konusudur. Devlet dünya ihtiyaçlarına hizmet eder ve cevap verir. Din ise fertlerin ruhi ihtiyaçlarına hizmet eden bir vasıtadır.”

“Görülüyor ki, devlet ile din arasında gaye ve görev ayrılığı vardır. Bununla beraber, geçmişte din, devleti kendine tâbi kılmıştı. Fakat, toplumda zorlayabilme kudreti yalnız devlette bulunduğu için, devletin dine tâbi kalması eşyanın tabiatı icabı mümkün olmamıştır. Bugün öyle bir durum içine girilmiştir ki, bu durumda göz önünde tutulacak tek maksat, ferdi, vatandaş varlığı ile ruhi ihtiyaçlarının gerekleri arasında dengede ulundurmak, dini siyasi kuvvete ezdirmemek ve devlet faaliyetlerine dini karıştırmamaktır. Din, devletin korumasına muhtaçtır. Din cemaati içinde güvenliğin sağlanması, cemaate ait malların korunması, kamu hizmetlerinden faydalanılması hep devletin yapacağı işlerdir. Din, kendi görevlerini yerine getirebilmek için devlete tâbi olmak zorundadır.”

Öte yandan, devlet eğer bir “'hukuk devleti” ise, o da hukuka, belirli kurallara, bu kuralları hukukun ulusal ve evrensel ilkeleriyle yorumlayarak hüküm veren organların kararlarına boyun eğmek ve uymak zorundadır. İnanç sahiplerinin, din duygularıyla hareket ettikleri durumlarda bile, kendilerini de kollayan bir hukuk düzeninin içinde yaşamakta olduklarını sürekli anımsamaları gerekmez mi? Yargıya saldırı, ister dille ve kalemle, ister kurşunla yapılsın, bir çeşit “intihar” ve insanları şu ya da bu yolla aynı türden saldırılara sevk etmek, toplumu bir çeşit “toplu intihara teşvik” değil de nedir?

[1] Cumhuriyet, 19.05.2006

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications