AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Din ve Hukuk
Danıştay saldırısının en üzücü tarafı, ölen ve
yaralananların hukukçu olmaları yanında, öldüren ve
yaralayanın da avukat olmasıdır. Yani hukuk öğrenimi
görmüş ve hukukla iş gören bir kişi. Saldırının da, en
azından açıklanan yönüyle, din duygularının etkisi
altında yapıldığı belli. Soruşturmalar, sonuçta başka
sıfatları, ilişkileri, etkileri ve bağlantıları ortaya
koysun koymasın, olay bu görüntüsüyle de üzerinde önemle
durmayı ve bu vesileyle bazı konulara açıklık getirmeyi
gerektirecek kadar dikkat çekicidir.
Din-devlet ilişkileri, özellikle Türkiye gibi nüfusunun
çok büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, hukuk
biliminin ve öğretiminin en ilginç, en güç ve en çetin
konularından biridir. Bu konuyu vaktiyle belki de en çok
düşünmüş, yazmış ve gerektiğinde bedelini ödeyerek
yaşamış hukukçulardan biri olan Profesör Bülent Nuri
Esen, Ankara Hukuk Fakültesi’nde okuttuğu kitaplardan
birinde şu basit açıklamayı yapmaktan kendini
alamamıştı:
“'Hareket noktası devletle dinin birbirinden ayrı ve
farklı ödevlerle yükümlü oluşları ve gayelerinin başka
başka bulunuşudur. Devlet, siyasi toplumu belirli
ilkelere göre yaşatmak için yaratılmış bir vasıtadır.
Burada, toplumun dünya hayatını yaşaması bahis
konusudur. Devlet dünya ihtiyaçlarına hizmet eder ve
cevap verir. Din ise fertlerin ruhi ihtiyaçlarına hizmet
eden bir vasıtadır.”
“Görülüyor ki, devlet ile din arasında gaye ve görev
ayrılığı vardır. Bununla beraber, geçmişte din, devleti
kendine tâbi kılmıştı. Fakat, toplumda zorlayabilme
kudreti yalnız devlette bulunduğu için, devletin dine
tâbi kalması eşyanın tabiatı icabı mümkün olmamıştır.
Bugün öyle bir durum içine girilmiştir ki, bu durumda
göz önünde tutulacak tek maksat, ferdi, vatandaş varlığı
ile ruhi ihtiyaçlarının gerekleri arasında dengede
ulundurmak, dini siyasi kuvvete ezdirmemek ve devlet
faaliyetlerine dini karıştırmamaktır. Din, devletin
korumasına muhtaçtır. Din cemaati içinde güvenliğin
sağlanması, cemaate ait malların korunması, kamu
hizmetlerinden faydalanılması hep devletin yapacağı
işlerdir. Din, kendi görevlerini yerine getirebilmek
için devlete
tâbi
olmak zorundadır.”
Öte
yandan, devlet eğer bir “'hukuk devleti” ise, o
da hukuka, belirli kurallara, bu kuralları hukukun
ulusal ve evrensel ilkeleriyle yorumlayarak hüküm veren
organların kararlarına boyun eğmek ve uymak zorundadır.
İnanç sahiplerinin, din duygularıyla hareket ettikleri
durumlarda bile, kendilerini de kollayan bir hukuk
düzeninin içinde yaşamakta olduklarını sürekli
anımsamaları gerekmez mi? Yargıya saldırı, ister dille
ve kalemle, ister kurşunla yapılsın, bir çeşit “intihar” ve
insanları şu ya da bu yolla aynı türden saldırılara sevk
etmek, toplumu bir çeşit “toplu intihara teşvik” değil
de nedir?
|