‘AYDINLAR’ MI DEDİNİZ? [1]

Alev Alatlı

“Bugün bu satırları yazarken büsbütün ikna oluyorum ki, biz Türk aydınları hiçbir zaman sosyalist de olmadık. Sadun Aren komünistlerin şahı olarak bilinir değil mi? Hayır, değildi. O kadar değildi ki, 1965 seçimlerinde ‘emekten yana planlı bir devletçiliği öngördüğünü’ söylediği TİP’in, gerektiği takdirde AP ile koalisyona hazır olduğunu ilan ediyordu:

“Koalisyon elbette ki karşılıklı fedakârlıklar gerektirir…”

“Türkiye’deki sahici iktidar, 20. yüzyıl ilk yarısına kadar İttihat Terakki, ikinci yarısında ise TİP’tir.” Bunu söyledikten sonra, sözü Mehmet Sedes’e bırakıyoruz: “… Benim kuşağımın mektebi Türkiye İşçi Partisi’yse, dershanesi Fikir Kulüpleri Federasyonu’dur… ‘Sosyalist’ tarihim ise 27 Mayıs’la başlar… ‘Sosyalist’ kelimesini basılı olarak gördüğüm yer, Fehmi Yazıcıoğlu’nun sahibi ve yazı işleri müdürü olduğu, ‘Yeni Yol’ isimli gazetesidir. “Ekmek, Hürriyet ve Barış” diyordu. 1960 yılının Eylül ayındaydık. Az sonra, aralıkta, yeni anayasayı hazırlayacak olan Kurucu Meclis toplandı ve başta Hıfzı Veldet Velidedeoğlu olmak üzere, Tarık Zafer Tunaya, Sıddık Sami Onar, İsmet Giritli ve Hüseyin Nail Kubalı’nın da dâhil olduğu komisyon işe girişti. Herkes Milli Birlik Komitesi’ne yardım etmek üzere ayaklanmış gibiydi. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dan Yaşar Kemal’e, Aziz Nesin’den Behice Boran’a kadar bugün artık sol düşüncenin temel taşları sayılan isimler 27 Mayısçılara kutlama telgrafları çekiyor, destek mesajları yolluyorlardı. Öyle görünüyordu ki, ‘hepimiz’ Atatürk devrimlerinin, ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında ve geliştirilmesinde Silâhlı Kuvvetlerin yanındaydık. Bunun böyle olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum; çünkü sonraki yıllarda aynı isimler ‘27 Mayıs’ın demokratik sürece indirilen bir darbe’ olması nedeniyle verdiği ‘zararları’ anlatır oldular. Benzer tutum 12 Mart için de geçerlidir. Bugün artık ‘demokrasi mücahidi’ olarak adını tarihe yazdıran Abdi İpekçi, ‘… Salt hukuk açısından antidemokratik gözüken olayın aslında demokratik düzenin korunabilmesi amacını güttüğü ortaya çıkacaktır.’ diye yazmıştı. DİSK, ‘12 Mart muhtırası işçi kesiminin devrimci kesiminde büyük ferahlık yaratmıştır. DİSK, Atatürk devrimlerini ve Anayasa ilkelerinin korunmasında, uygulanmasında, geliştirilmesinde Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin yanında olduğunu belirtmekten kıvanç duyar’ diye ilân etti. Dev-Genç, ‘12 Mart muhtırasını tespit bakımından olumlu buluyoruz. Ancak, bu parlamentodan güçlü bir hükümet çıkmaz,’ kaygısındaydı. Anayasa profesörleri Bülent Nuri Esen, Bahri Savcı onaylamışlardı. Bülent Ecevit onaylamıştı. Türkiye’de aydınlar oligarşisi… Türkiye’de ilk defa ilerici, demokratik ve halktan yana bir anayasa yapılmıştı. Ve bu anayasa sayesinde sosyalizm Türkiye’de yine ilk defa kanun çerçevesinde, meşru bir fikir akımı ve politik hareket olarak ortaya çıkmak ve kendisini ifade etmek fırsatını buldu. Sosyalizm, bir yandan gazete ve dergi sayfalarında aydınlar arası bir fikir akımı olarak yaygınlaşırken, bir taraftan da politik örgütlenme şeklinde beliriyordu. Bu örgütlenme bizzat emekçiler tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi’ydi… Kuruluşunun ilk yılında mevcut dönemi eleştiren, sosyalist fikirleri ortaya koyan aydınlar, TİP’e ilgi göstermemişlerdi. Ünlü YÖN dergisinin TİP için ‘ölü doğmuş’ dediğini hatırlıyorum… TİP’i 13 Şubat 1961’de onbir sendikacı kurdu. Behice Boran, kurucuların ‘okumuş yazmışlara, kravatlılar duydukları güvensizlik’ten bahsediyordu. Partinin kurucu başkanı Avni Erakalın, Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi’nden gelen adaylık teklifini daha cazip bulunca bir süre başsız kalan TİP, tabela partisi hüviyetindeki Sosyalist Parti’nin katılımı ve Mehmet Ali Aybar’ın genel başkan olmasıyla kimliğine kavuştu… Ben tanıdığımda Aybar, 53 yaşında çilekeş bir eski tüfekti. Nazım Hikmet’in büyük teyze oğlu olduğunu yıllar sonra öğrendim…
 

[1]www.farketmek.wordpress.com  19 Ağustos 2005 
 

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications