OLAYLAR ve GÖRÜŞLER[1]

TÜRK DEVLETİNİ BİR ALÇALTMA TEŞEBBÜSÜ
Prof.Bülent Nuri ESEN

            Bir mektup aldım. Ev adresime gönderilmiş. Adres telefon rehberinden alınmış. Zarfın üzeri Türkçe klavyeli bir daktilo makinesinde yazılmış. Atinadan geliyor. 17 Haziranda Omonia postahanesinden atmışlar.

            Zarfın içinden bir yüzü basılı bir yaprak çıktı. Yazı çerçeve içine alınmış. Ortasından dikine bir çizgi ile ayrılmış. Sol tarafta İngilizce, sağda Türkçe metinler yer alıyor. Baş taraftaki kayda göre yazı The New York Times gazetesinin 15 Nisan Cuma sayısında çıkmıştır. Türkçe tercümesi kötü. Baskı harfleri de Türk matbaa harfleri değil.

            Bu, bir çağrıdır, bir beyannamedir. Altında on yedi tane imza var. İmza sahiplerinden ikisi genel olarak Hırıstiyan kilisesine, biri Katolik, biri Lüteryan, altısı Ortodoks, biri Prezbiteryan, biri Üniteryan, biri Batist, biri Ermeni kiliselerine mensup din adamları; ikisi din kuruluşu temsilcisi ve bir tanesi de Musevi din kuruluşları başkanıdır.

Vesika bir takım iddialar öne sürüyor. Bazı (vakıalar)ı bildiriyor. İddialara göre, uygar toplumun dayanmakta olduğu dokunulmaz prensiplere saldırılmıştır. Vicdan ve din hürriyeti ihlal olunmuştur. Hem de, bunu yapan, bu suçu işleyen Türkiyedir.

            Türkiyeye yükletilmek istenen suçlar şunlar: Lozan andlaşmasını tek taraflı olarak ortadan kaldırmak; Ortodoks din adamlarını ve bu inanç mensuplarını memleketten kovmak; Ortodoks eğitim müesseselerini ve hayır kurumlarını kapatmak; kiliseleri kamulaştırmak; Patrikhane basımevini kapatmak.

            Bütün bu iddialar pek ucuz yalanlara dayanan iftiralardır.

            Dikkat edilirse görülür ki hepsi de Ortodokslukla ilgili olmak niteliğindedir. Türkiyenin dünya yüzündeki din inanışlarından hiç birine değil de, Ortodoksluğa bir kasdi mi var? O Türkiye ki, Batıda (hükümdar hangi dinden ise ahali de ancak o dindendir) parolasının koştuğu ve bu yüzden kanın gövdeyi götürdüğü devirlerde (herkesin dini kendine!) diyen tek devlet olmuştur. O Türkiye ki, akıncıları bugünkü Almanyanın göbeğine uzandığı çağlarda teokratik bir devlet olduğu halde ve pek çok Avrupa devletinin hâkimiyeti altına almış iken bu devletler ahalisinin din işlerine uzaktan yakından asla müdahalede bulunmamıştır. O Türkiye ki, yeniden milli bir devlet olarak kurulurken ferdin din ve vicdan hürriyetine beslediği saygı ile tarihin öğrettiği derslere rağmen dinsel kılmak için de türlü dolapların döndürüldüğü kuruluşların devamına müsaade edecek kadar âlicenap ve cömert olmuştur. Şimdi, nasıl olur da Ortodoksluğa karşı böyle insanlık dışı bir davranışla suçlandırılabilir?

             Bu sorunun karşılığı düşünülmek gerekmez mi? Mahut beyannameye imza koyan din adamları besbelli bunu araştırmaya lüzum görmemişler.

            Ama, mesele şudur: Türkiyede Ortodoks kilisesi lokum kutusu içinde saatli bombadır. Mensuplarının dünya işlerini düzenlemek ister. Siyasi bir organizma içinde, o organizmanın kanunlarına göre yaşamak zorunda olduğunu bir türlü anlamak istemez. Ortodoks Türklerin ruh ve vicdanlarını kendine esir kılmak amacındadır. Bundan başka, devletin otoritesini de tanımaz.

            İyice bilmek lazımdır. Türkiye, ekonomik ve sosyal bakımdan tam gelişmemiş bir devlet de olsa, harikulade sağlam bir devlettir. Kendilerini bu devlete rakip gören kuvvetler sonunda hep başarısız kalırlar. Toplumun devlet şuurunda birleşen müstesna bir dinamizmi vardır. Ortodoks kilisesi, çağdaş uygarlık seviyesine yükselme azminde bir siyasi kuruluşun içinde bulunduğunu bilmelidir. Ortodoks kilisesi bilmelidir ki, Türk devletinin dışında veya üstünde değil, içindedir. Türkiye, komşusu Yunanistandan farklı olarak, din kurallarına tabii bir devlet değildir. Türkiyede laik kanunlar vardır. Ve herkes ve her kuruluş bu kanunların hâkimiyeti altında yaşar. Belirli şartların ortaya çıkması halinde kanun bir kimsenin sınır dışı edileceğini söylemişse, o kimse memleketten kovulur. Devlet yabancının keyfine değil, yabancı, devletin kanununa uyar. Velev bu kişi bir din adamı da olsa.

            Bir takım metropolitler okul çağındaki Ortodoks vatandaşların körpe dimağlarına devlet bütünlüğünü yıkmayı hedef tutan Pan-Hellenistik telkinlerde bulunacak ve siz, devlet olarak, buna göz yumacak ve ses çıkarmayacaksınız, öyle mi? Türkiye, bir devlet karikatürü değildir. Türkiye, kovulan metropolitleri Pariste uçaktan inişlerinde resmen karşılayan büyükelçinin temsil ettiği devleti asırlar boyu hâkimiyeti altında tutmuş bir devlettir. Patrikhaneye gelince, Patrikhane bir Türk ruhani müessesesidir. Mensupları bulunan din adamları Türk vatandaşıdırlar. Patrikhane olsun, mensupları olsun, tekmil vatandaşlar gibi, devlet kanunlarına uymak zorundadırlar. Büyükadadaki Rum yetimhanesi binası yıkılmak ve yanmak tehlikesi gösterirse, devlet bostan korkuluğu değildir. Kanun ne diyorsa o yapılır. Sorumlulara durum bildirilir. Aradan beş yıla yakın zaman geçtiği halde ve sayısız ihtarlara rağmen yetimhaneyi yönten din adamları yüzlerce yavruyu tehlike altında tutmakta direnirse devlet burasını zorla boşaltır ve yıkılma ve yanma tehditi altındaki yapıyı yıkar. Bu, tekmil medeni hukuk devletlerinde böyledir. Dini bir kuruluş olan Patrikhane matbaacılık ve naşirlik ticaretine kalkıştığı zaman kanun harekete geçer de uygulanırsa bunda yaygarayı gerektirecek bir yön yoktur. Devlet, kiliseye dilediğin dini yayını yapmakta serbestsin, ama bunu, kilise olarak, matbaa işletmek suretiyle kendin yapamazsın. Gönlünün istediği matbaada istediğini bastırır, derse bunu vicdan ve din hürriyeti elden gitti diye vasıflandırmak için vicdandan yoksun olmak lazımdır.

            Şimdi, ne olmuştur? Genel hukuk esaslarına uygun hükümler taşıyan kanunların tatbikinden memnun olmayanlar malum bir manevra ile dünya efkârını bulandırmak istemektedirler. İşin içyüzünü bilmeyen diğer dinlerin meratip silsilesi içinde yüksek mevki işgal edenlerini inandırıp beyanname imzalatırlar. Yalan söylemiş olacaklarından şüphe edilmediği için bunlara inanılmıştır. Hakikatte bunlar Türk devletini yıkmak isteyen sergüzeştçi entrika adamlarıdır.

            Türk devleti içinde varlığını devam ettirmek istiyorsa, Patrikhane rotasını düzeltecektir. Meseleleri devletlerarası ortama sürüklemekle yalana zafer sağlanacağını sanmak gaflettir. Patrikhanenin yapacağı şey Türk kanunlarına uymak olmalıdır. Yoksa, Türkiye, Lozan andlaşmasını bozuyor propagandası, zahmet edip de bu andlaşmaya bir göz atacak olanlar Patrikhanenin (münhasıran ruhani meseleler alanında faaliyette bulunmak şartı ile) Türkiyede kalabileceğini görecekleri için, uzun ömürlü olmayacaktır.

            Türkiye, laik bir hukuk devletidir ve Ortodoks din adamları için de bu, böyledir. Komşumuz Yunanistan da bunu böyle bilmeli, haksızlığı el altından desteklemek durumunda kalmamalıdır. Türkiyede kilise, kiliseliğini bilecektir.

[1] Cumhuriyet Gazetesi, 11.7.1966

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications