Günün mevzuları[1]

Saf Türkçeye doğru
           -1-
Kurultayın öğrettikleri
Yazan: Bülent Nuri ESEN 

            Dördüncü Türk Dil Kurultayı bize ne güzel şeyler öğretti.

            Milli Şefimizin Türkçenin saflaşması işinde ulusa, Türk bilginlerine ve Dil Kurumuna verdikleri direktifleri hep biliyorduk. Biliyorduk ki ulusal dil büyük Türk devriminin gerçekleştirmek istediği amaçlardan biridir. Gene biliyorduk ki yazarken, söylerken her birimiz bir yabancı sözü eksik kullanmakla bu amaca varılmasını sağlıyacaktık. Nihayet, şüphe etmiyorduk ki ulusal dil davası bir “Milli Müdafaa” meselesi sayılmalıdır.

             Kurultayda bulunanlar olsun, bulunamıyanlar olsun Devlet Reisinin dil işini ne kadar titiz ve ne kadar sıcak ilgi ile ele aldığını biliyorlar. İnönü ile birlikte Hükümet Reisi ve Hükümet ileri gelenleri de davanın başarılması yolunda ellerinden geleni yapmağa hazırdırlar. Artık öz Türkçe meselesi, bir maarif meselesi, bir ekmek meselesi haline gelmiştir. Oldukları yerde saymak isteyenler günün birinde etraflarında kimseyi göremiyecekler ve kullanmakta inat ettikleri dilin tek anlıyanları kalacaklardır.

            Kurultay dolayısıyla zevkine son olmıyan bir şey daha öğrendik. O da, Dil Kurumundaki değerli bilginlerin ve uzmanların nasıl durmadan, dinlenmeden, yorulmadan ve bıkmadan hep aynı ateşle, aynı hızla, gittikçe çoğalan bir sevgi ve inanış ile çalışmalarıdır. Bu arkadaşların güttükleri amaç dilimizin yeryüzü dillerinin en eskisi ve en güzeli olduğunu, zenginlikte onunla boy ölçüşecek başka dil bulunamıyacağını ortaya koymaktır. Kurultay günlerinde açık kalan sergi bu amaca varıldığını gösteriyordu. Şimdi Dil Kurumu artık bu zengin ve cömert dilin kendi yurdunda üstünlüğünü ve istiklalini sağlıyor. Türkçe, yabancıdan gelme sözleri sınırdışı etmektedir. Bu işte herkes kendine düşeni yapacaktır. Dil Kurumu en kısa yoldan gitmekten çekinmemiş. Hepimiz için ne güzel örnek!

            Dil davamız bugün yeni bir yola girmiş bulunuyor. Son Kurultaya gelinceye kadar dilin kendi benliğine dönüşünü iyi ve kötü karşılıyanlar ve saf Türkçeciliğe dost ve düşman olanlar vardı. Bugünkü Türkçede kullanılmakta olan yabancı sözlerin ve başlıca Arapça ve Farsça terimlerin Türk dilinin birer “fethi” olduğu ileri sürülmekte idi. Diyorlardı ki: “nasıl vaktiyle Osmanlı İmparatorluğunun fethettiği toprakları bugün eski sahiplerine geri vermeği düşünmüyorsak dilimize mal olmuş Arapça ve Farsça sözleri de geri vermek aklımızdan geçmemelidir. Toprak üzerinde de, bu sözler üzerinde fetih hakkımız vardır.” Bilim düşünüşü ile konuşanlar daha başka çeşit öğütler veriyorlardı: acele etmemek gerek imiş; sonra bilim dalları terimleri karmakarışık bir hale gelirmiş; hem dil yenileşmesi bakımından batı memleketleri bilim terimciliğinin yapmış olduğu işi biz daha yapamaz imişiz; onun için batının geçtiği yollarda yürümek, kendi medeniyet âlemimizin yirminci yüz yılına varmak lazımmış. Daha neler, neler…

            Söz ile toprak arasındaki ayrılığı herkes biliyor. Gene herkes biliyor ki, vaktiyle Osmanlı İmparatorluğunun fethettiği söylenen topraklar bugün Türk yurdu değildir. Aynı yerlerin sözlerine de ihtiyacımız olamıyacağı sonucuna varırız. Acele etmek meselesine gelince, bu noktada Dr. Kemal Cenap bilimin sesi ile haykırdı. Biz de daha önce gene burada “koşmak, çok koşmak zorunda” olduğumuzu yazmıştık. Batı âleminin geçtiği yollardan gideceğiz diye İslam dünyasının yirminci yüz yıl güneşini beklemeğe kalkarsak yedi yüz yıl durmak lazım gelecek. Hâlbuki yirmi yıldır “yeniden doğuş” halindeyiz. Dilimiz de öyle. O da yeniden dünyaya gözlerini açıyor. Bu doğuş, bu uyanış düne kadar bir dilcilik hevesi gibi görünüyordu. Dördüncü Dil Kurultayı onun sadece bir heves işi olmadığını, gelip geçici sanılan hareketlerden sayılmıyacağını anlatmış bulunuyor. Artık dilimizin saflaşması davası bilim alanının konuları arasında yer almıştır. Kurultaydaki komisyon çalışmaları dil davamızın bilimsel yola girdiğini gösterdi. Onun içindir ki bundan sonra dil meseleleri üzerinde görüşenler “söylemek” den “söylev” çıkarılıp çıkarılmayıcağı hakkında çelişecek değillerdir. Dil Kurumundaki bilginlerimiz bu sözleri ana dilin yerleşmiş kurallarına göre türetiyorlar. Bunu görüşmek hacet değil. Beşinci Türk Dil Kurultayına kadar asıl yapacağımız iş çeşitli bilim dallarının kullanmak zorunda oldukları terimleri kendi dilimizle anlatmak olacaktır. Bunda güçlük çekecek isek de, bu güçlükleri yenmek imkânsız sanılmamalıdır. Karşılaşacağımız meselelerin neler olacağını başka bir yazıda inceleyeceğiz. Bununla beraber, dil işinin bilimsel yola girişinden duyduğumuz sevinci şuracıkta söylemekten çok derin bir haz duyuyoruz.

[1] Ulus Gazetesi, 22.08.1942.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications