OLAYLAR ve
GÖRÜŞLER
O’nu
UĞURLARKEN…
Prof.Bülent Nuri ESEN
Yalnız olayları karşılamayı bilmek bile bir ömrün bedeli
olabilir. Günlük yaşantısının dörtte biri kahkahalarla
çınlayan, bütün bir toplum insanlarını şaşkın bırakan
olgular önünde bile belki herkesin bildiği, ama kimsenin
becerip söyleyemediği şeyi söylemek, En çetrefil olanı
en basit yapabilmek. Sonra, ısıran ama sıcak bir nükte.
Ve, milli ideallere hıyaneti affetmeyen gururlu bir
küçümseme…
Kısa iğneleme fıkracılığını bize o getirmiştir. Birkaç
satır içine bir yığın insanın birikmiş acılarını,
nasırlaşmış dertlerini yerleştiriverirdi. Yeni bir ekol
kurmuş adamdır.
Realist yaşadı. Hayal adamı olduğunu hiç görmedim.
Matematik dersinde iyi bir öğrenci olamamıştı. Ama,
çocukluğundan ölüm döşeğine yaşantısı hep matematik
kesinlik taşıyan yargılar içinde geçmiştir.
İnsanlarla olmadan edemezdi. Sosyal insan örneği
olmuştur. Davası, tekmil memleketti. Vurucu
değerlendirmeleri karşısında en ağır sorumluluk
yerlerini dolduranları iskambil kâğıdı gibi devirirdi.
Aptalca davranışa, bir de ilkel duyguya bıkmadan isyan
etmiştir.
Değer verdiği, insandı. Olaylarda insanı arardı. Olmadık
bir şey anlattınız mı, “Ne söylüyorsun” hayreti, olayın
ardındaki insan davranışına idi.
İnsan, sosyal fonksiyonu içinde yeri ne ise odur, diye
düşünürdü. Yapılan işe bakardı. Yaşar Kemal’in kitabı
İngilizceye çevriliyormuş. Haberin geldiği akşam onu
koluna takıp otele geldi. “Tasavvur edebiliyor musun?”
diye anlata anlata bitiremiyor. Takdiri, Yaşar Kemal’in
kişiliğinden çok Türk’ün sanat alanında milletlerarası
sahneye yükselişine.
Her gün
“Bomba konu”
Her gün bir “bomba konu” bulacaktır. Rastladığımız her
günün akşamında “Yahu” diye başlayıp, “biliyor musun?”
diye anlatacağı bir haber vardır. Artık mihveri
etrafında daireler çizen kudretli bir tele-objektiftir.
Sanki feza gemisinde astronottur. Kyoto
Üniversitesindeki öğrenci hareketinden başlar, Mao’ya
geçer, Nehru’ya uğrar, Alec Home’a atlar, Arap dünyası
karşısında hükümetin tutumundan söz eder, Kennedy’i ele
alır, Rodezya’daki durum için ne düşündüğünü, Hacettepe
Üniversitesini öğrenmek ister, sorular yağdırır, “Falanı
nasıl buluyorsun?” diye hep fikirler düzeyindedir.
Yanına sokulan olsa fark etmez. Çevresinde olağanüstü
olay çıksa görmez. Bütün düşünmce gücü ile görüşülen
konu üzerindedir.
Hükümleri vardır. Ele aldığı sorunu evirir çevirir,
sorar soruşturur, inceler inceletir. Sonunda kendi
kanısını edinir. Bu sonuç değişmeyecektir. Belli sorunun
üstüne inatçı karakterinin silinmez damgasını vurmuştur.
Her Ankara’ya gelişinde aramıştır. 147’ler Kanunu
çıktığında yine gelmişti. Ayağının tozu ile beni buldu,
soruyor. Nedenlerini bulmak istiyor. Ben ayrıldıktan
sonra kimlerle görüştü, bilemiyorum. Ertesi akşamki
buluşmamızda Güresin’le oturmuştu. Aklının takıldığı şey
benim geçim sıkıntısına düşmem ihtimali. Ne yapacağımı
soruyor. İstanbul’a gelir miyim? Basmakalıp cevap
istemez. Onu ilgileyen “beklenmedik olan”dır. “Niyetim
burada işinden çıkanın uğrayıp bir kadeh bir şey
içebileceği bir yer açmak. Adını ‘Tezğah 147’ koyacağım.
Sandalye olmayacak. Her akşam bir 147’lik, tezğahta
sakilik edecek. Şiirler okunacak, fıkralar anlatılacak”
dedim. Heyecanla sarıldı. Söylüyor: “Bu iş sermaye ister
birader. O da sende yok. Ben elli bin verebilirim.”
Arkadan ekliyor: “İstanbul’da da bir şubesini açarız.
Mesela Nişantaşında. Kazım İsmail şiir okur. Ekrem
Şerif’i tezğaha oturturuz. Ne müthiş sükse olur.
Fevkalade!” diyor.
Evet, düşünceye çocuksu ve sevinçli bir günahsızlık
katmasını bilirdi.
Yaşantı
çizgisi Batılı idi
Yaşantı çizgisi her zaman Batılı olmuştur. Küsmelerinde,
dostluklarında, tanışıklıklarında, hep Batılı idi.
Yaşayışını tüm Batılı değerler temeli üstüne bina
etmişti. Türkiye’yi geriye götüren her olguya tiksinti
ile bakmıştır. Acımaları, bu geriye gidişler olmuştur.
Duyduğu derin acılar memleketin bu yıkışlını
görmektendi. İçki kadehlerinde aradığı, ama bulamadığı,
avunmanın ilaç olabileceğini umduğu asıl hastalık o idi.
Çocuksu tabiatı, insancıl mizacı, terbiyesinin
kusursuzluğu, Türk dili üzerindeki kıvrak becerisi,
kalemini kullanışı, incitmeyen huşuneti, yumuşak
hırçınlığı, girdiği ortamda parlayan kişiliği onu seçkin
aydınlar arasında ayrı yeri olan insan yapmıştı.
Bulunması çok güç bir mizacı, kurtarıcı Batılı değerlere
inanç dolu bir yüreği, kendi kendine kurduğu ve ömrü ile
sınırlı bir geleneği şimdi beraberinde götürüyor.
Dostlara hüzün kaldı. Memleket bir gerçek Batılı
evladını toprağa veriyor.
|