OLAYLAR ve GÖRÜŞLER[1]

Kâbustan selamete çıkılacak yol

Prof.Dr. Bülent Nuri ESEN

 

            Onbeş güne yakın zamandır yurt dışında idim. Böyle kısa bir aralıkta bir memleket ne ölçüde yıpranabilir ki? …

            Bir de geldim, korkunç tabiat afetlerinin yapabileceğinden çok daha büyük yıkımlar olmuş.

            Elalem Çekoslovakya ile, Vietnam’la, Biyafra ile, Rodezya ile uğraşıyor. Bütün çabalar İnsan Haklarını tanıtmaya, saldırmaya yönelmiş. Onlar uğraşa dursunlar…

            Yokluğumda birikmiş basını karıştırıyorum. Bir yerde komünistleri yıldırma namazı kılınmış. Beş-altı yaşlarında Kur’an Kursu öğrencilerine özel üniforma giydirilmiş. Ve…

Olaylar

            Vaizin biri, “Hilafet’in gelmesi şarttır” demiş. Laik Hukuk Devletini, yani meşru devlet ana düzenini savunan devrimci, ilerici, adı yurt dışına taşmış bir aziz Anayasa Profesörüne (Satılmış!, Uşak!) ulumaları ile saldırılmış. Hükümet Başkanı tekbirler arasında yeni bir İmam Hatip Okulu’nun temelini atmış. Biri, Şeyh Sait’in yolunda kavgaya devamdan söz etmiş.

            Bu, 1968 yılının Eylül ayı sonunda Türkiye Cumhuriyeti’dir. O Türkiye ki, devlet olarak varlığı, hayatı ve yaşamada devamı (Laik) olmasına ve öyle kalmasına bağlıdır.

            Sorumlu kamu otoriteleri bu hal karşısında ne yapmışlar dersiniz? …

            Bir Devlet Bakanı laikliğin vaizler tarafından çiğnendiğini, bu adamlar üzerindeki kontrolün yetersiz olduğunu söylemek cesaretini göstermiş. Bu güzel! … Hiç olmazsa resmi bir gözlem, bir tespit.

            Hükümet Başkanı: “Politika ile Din birbirine yabancıdır; politika vicdan hürriyetine karışamaz. Türkiye’de laik devletin sınırları belirsizdir. Ama, ibadet hürriyetinin limiti Anayasa’da çizilmiştir. Anayasa din öğretiminin geliştirilmesini emreder. Türk vatandaşı dinini öğrenecektir. Din adamı otorite kuracaktır”, demiş.

            Diyanet İşleri Başkanı da konuşmuş: “Vaizler irşat görevindedirler; bu görev itikat, ibadet ve ahlak konularında vaaz yolu ile aydınlatma demektir. Ehil görülen kimselere bu yetkiyi veriyoruz. Görevini kötüye kullanan olursa kanuna göre gereği yapılıyor”, diye beyanda bulunmuş.

Acı bir teşhis

            Size hemen haber vereyim: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı laik olmak zorunda olduğu halde laik kişi değildir. Laikliğin ne olduğunu bilmemektedir. Bu Anayasal temel prensibi anlamamıştır. Anlamadığı halde anladığını sanmaktadır.

            Türkiye’de fert, laik olmak zorunda değildir. Devlet laik olacaktır. Devleti temsil eden Devlet Başkanı, Vali, Elçi; Devleti yöneten Yürütme Organı mensupları ve bütün kamu hizmetlileri laik olmak zorundadırlar. Anayasa’nın 119 uncu maddesinin anlamı budur. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun bütün memurları, Hazineden para alan tekmil elemanları laik olmaya mecburdur.

            Türkiye’de (Laik devletin sınırları) diye bir problem yoktur ve olamaz. Çünkü, Türkiye Devleti laik olmadıkça Türkiye Devleti diye bir şey olmayacaktır. Türkiye’de sınırları çizilmek gereken laiklik değil, dindir. Dinin sınırları laik devlete hiçbir suretle gölge düşürmeyecek biçimde ve ölçüde çizilmek gerekir. Ve bunu hükümet yapmak ödevindedir.

            Bir adam çıkacak, “Hilafet gerektir!” diyecek. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı da laikliğe sınır çizilmesi gerektiğini söyleyecek. Bu sınırı da çizmeğe kalkışacak. Anayasa’nın devlete din öğretimini emrettiğini beyan etmekle: “Bana göre, laik devlet, din öğretimi yapan devlettir” diyecek. Papalık da, Suudi Arabistan da, İspanya da birer laik devlet olacaklar. Bu anlayış içinde laik devlette bir de laik olmayan ve bir din inancına üstünlük veren ikinci bir hukuk dışı devlet ortaya çıkmış olur.

            Cumhuriyet Hükümetinin başı “Türk vatandaşı dinini öğrenecektir” demekle herkesin bir din inancına sahip olması gerektiğini ifade etmiş. Ayrıca, din adamının otoriteye sahip kılınmasını istemiş.

            Bütün bunları Başbakan söylüyor. Laik Türkiye Devletinin Başbakanı! … Hükümet Başkanı laik okulda din öğretiyor. Vatandaşı din sahibi olmaya zorluyor. İnanç hürriyetini baskı altında tutuyor. Bunları da din adamına tanıyacağı otorite ile sağlamak istiyor.

            Düşündüm. Acaba bir kâbusta mıyım, diye düşündüm. Hayır, değil! … 1968 Türkiyesindeyim. Türkiye hükümetinin başındaki zat devletin Anayasa düzeninin istediği vasıta değildir. Devletin dayandığı temel prensibi, laikliği bilmemektedir. Ve, bu bilmeme yüzünden Türkiye karanlık bir akıbetin kucağına düşmek tehlikesindedir.

            İyice belleyelim: Din, Devletin kontrolü altında olacaktır. Devlet bu kontrolü kurmak zorundadır. Kurmayacak olursa, din, devleti yıkar. İbadet hürriyetinin sınırı çizilmiştir, diyen kimsenin bunu bilmesi gerekir. Laik devlet din öğretimi yapamaz. İhtilalin affedilmez günahı bunu anlayamamak olmuştur. Gerçi, Anayasa’yı yapanlar işi fark etmişlerdir. Fakat, açıkça anlatamamışlardır. Başbakan Anayasa’nın 19. maddesini okuyor. “Din, eğitim ve öğrenimi ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır” diye bir hüküm görüyor. Bundan devlet için din öğretimi yapmak görevini çıkarıyor. Demek ki, her Başbakan kdendine göre bir Anayasa yorumu tutturacak. Biz de istikrarlı bir Anayasa düzeni yaşayacağız? …

Başbakana hitap

            Pek aziz Başbakan! … Kişi hakları alanında devletin görevi hürriyetin hukuk rejimini sürdürmekten ibarettir. Devlet, hürriyetlerden faydalanılmasına engel çıkarılmamasını sağlamakla görevlidir. Kişi hakları yönünden kendisine yükletilmiş iki olumlu ödev vardır.

            Biri, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri almak; öteki de, haksız yere tutuklanan kimsenin zararını önlemek.

            Anayasa’nın din öğretimi konusundaki hükmü kişinin din inancında zorlanamayacağı esasının bir sonucudur. Halbuki, sizin anlayışınıza göre, devlet, din öğretimi yapmakla kişiyi din inancı sahibi kılmaya zorlayıcı vasıta olmaktadır. Ama, diyeceksiniz ki: Öyle ise, öğrenimin isteğe bağlı olduğunun Anayasa’da söylenmesine ne hacet vardı? … Var idi! … Zira, bu hüküm devlet resmi okulları için değil; din öğretimi yapacak özel okullar için geçerlidir. Laik devlet resmi okulunda din öğretimi yapamayacağına göre, başka bir manalandırma imkânsızdır. Din öğretimi yapacak olan özel bir okul kişinin isteğini almadıkça onu böyle bir eğitime sokamaz. Bu da normaldir. Özel okul laik öğretim yapmaya mecbur değildir. Sadece devletin dayandığı laiklik prensibine aykırı hareket etmemek zorundadır. Dini siyasete alet edecek bir siyasi partinin kapatılacağı bir ülkede devlet okulunun din, hem de belli bir din öğretimi yapabileceğini düşünmek Kartezyen mantığa ve akla aykırıdır. Dini siyasate karıştırmayacaksınız; ama, öğretime karıştıracaksınız. Hiç böyle şey olur mu? … Lakin, siz yapıyorsunuz, oluyor. Sizden öncekiler yaptılar, oldu. Fakat, yine haber vereyim: Bu böyle sürerse devlet yıkılacaktır. Halbuki, siz bir sorumluluk altındasınız. Devleti yaşatmak, laik devlet olarak yaşatmak ödevindesiniz. Bugün Türkiye’yi ibadet yerlerinin harimine sığınmış örümcekli kafalar idare ediyor. Hiçbir sorumluluğu bulunmayan, vaiz adı altındaki birtakım mecnunlar yönetiyor. Halkı zehirleyen bunlardır. İçlerinde bir iki vicdan sahibi olanı, insana saygının ne olduğunu idrak edebileni varsa da, hemen hemen hepsi dediğim gibidir. Bunlar sadece safsata ve taassup aşılarlar. Düşmanlık telkin ederler. Ayrıcalık öğretirler. Devletin Kamu kuvvetine hükmeden onlar. Hükümet olarak bu güruha karşı acizsiniz. Emriniz altındaki silahlı kuvvet dahi bir işe yaramayacaktır. Çünkü, mabedi kontrol edemiyorsunuz. Adam mabed içinde devletin temelini dinamitlemekle meşgul. Laik devletin ödevini yerine getiremiyorsunuz. Parti kongrelerinde devletin laiklik ilkesine aykırı faaliyetlerde bulunuluyor. İpin ucunu tutamazsınız, böyle giderse halimiz fecidir. Hükümet olarak sorumsuz kuvvetlerin tahakkümü altındasınız. Anayasa’nın teferruat hükümlerini bilmemek herkes için, bir Başbakan için de mümkündür. Lakin, Türkiye Devletinin laik oluşunun gerçek anlamını bilmemek, devleti yürütmek ödevindekiler için göz yumulabilecek şey değildir.

Bir iki tavsiye

            Mabedi kontrol altına alınız. Vaiz, devlet Anayasa düzeninin dayandığı prensiplere dil uzatamaz. Vaizlerinizi aydınlardan seçiniz. Bu görevi seve seve karşılıksız yapacaklardır. Diyanet İşlerini düzeltiniz. Devlet hayatının laikliğine karşı ağız açacak olan mabet mensubunun din adamlığı sıfatını kaldırınız.

            Tavsiye ederim: Bütün kur’an kurslarını devlet resmi okulu haline sokunuz ve ilkokul programlarına bağlayınız. Günahsız Türk çocuğunun körpecik kafatasını anlamadığı bir dilden manasını bilmeksizin ezberlemek zorunda bıraktığınız şeylerle ilgili; müspet, memleketin yarınını hazırlayıcı bilgilerle donatmaya bakınız. Aksi halde, yarını koruyacak insanlar değil, Devlet anıtını yerle bir edecek yıkıcılar yetiştirmiş olursunuz. Anadolu’da çilingir yok, camcı yok, lehimci yok, tenekeci yok. Ama, kur’an ezberletilen zavallı yavrucuklar dolu…

            Tavsiye edelim: İmam Hatip Okulu açmayınız. Açık olanlara bundan böyle yeni öğrenci almayınız. Sanat ve teknik okulları kurmaya bakın. Ne islamla, ne de her hangi bir dinle devlet olarak, hükümet olarak, Başbakan sıfatı taşıdığınız müddetçe ilgilenmeyiniz.

             Tavsiye ederim: İçinizden Milli Mücadele öncesinin hasretini söküp atınız. Türkiye, 1919’dan sonra dünyaya gelmiş yeni bir devlettir. Anadolu’dan birçok uygarlıklar gelip geçti. Hitit var, Sümer var, Yunan var, Roma var, Selçuk var, Osmanlı var. Şimdi de Türk var. Türkiye her şeyi ile yeni olmak zorundadır. İnsanı yeni olacaktır. Siz de bu anlamda yeni olmak zorundasınız. Vatanı kurtaran, devleti kuran adam kanunları, kıyafeti, yazıyı, dili, rakamları, ölçüleri, okulları, aileleri, davranışları, düşünüşleri değiştirip yenileştirmiş; daima ilerici, uygar bir devlet hayatı düşünmüş; bunun ana şartını dini devlet hayatından uzaklaştırmakta görmüştür.

            O ne yapmışsa, onu yapınız. Yapmazsanız o mubarek elleri ile, o benzersiz dehası ile kurduğu devlet makinesi aksar, bozulur. Devlet adamı kaldığınız sürece sakın devlet işi görürken dinle uğraşmayın. Ağzınızdan din sözü çıkmasın. Vicdan hürriyetini koruma sizin işiniz değil. Mahkemelerin işi. Siz laik devleti uygarlığa yakışır biçimde yürütmeye bakınız! … Değerinizi yakından biliyorum. Sonra, gençsiniz, dinamiksiniz, hürriyetçisiniz, mükemmel bir fizik kudretiniz var. Omuzlarınızda Türkiye’yi kurmuş olanla izinde yürüyenlerin özledikleri devleti tamamlamaya yetecek kudret mevcut olduğunu kabul ettiriniz. (Halk) mış gibi görünen sayı kalabalığının önemi olmaz. Bu yurdu uygar bir insanlar topluluğunun ülkesi görmek emelini taşıyanların Atatürkçü devrimcilikleri önemlidir. Bütün gerçek fikir insanları sizi behemehâl tasvip ve takdir etmeli. O fikir adamlarının desteği olmadıkça devlet idare edilemez.

Ve içimizdeki hasret

            Sayı kalabalığı ne verirseniz onu alır. Önce demokrasiyi, insanı, insana saygıyı, insanlar arasında ayrım gözetilemeyeceğini onlara öğretmenin yolunu arayınız. Din öğretimi ve din öğretimi yapan müesseseler ayırıcıdır. Biz ise, her zamandan çok dayanışma içinde olmak zorundayız. Lütfen bunu sağlayınız. Bizim, Başbakan olmanız dolayisiyle size değil, ebedi Türkiye’ye ihtiyacımız var. Elbet siz de aynı fikirdesinizdir. İktidarda olun veya olmayın, unutmayın ki, Türkiye yalnız laik olarak yaşayabilir ve bu laiklik bilimin anladığı laikliktir. Türkiye, devlet olarak, hiçbir dinin lalalığını yapamaz. Herkesin dini kendisine! … Din hürriyetinin gerçekten mevcut olduğu yerde devlet kendi okulunda, kamu hizmeti gördüğü yerde din dersi veremez. Din adamı yetiştirici müesseselerle uğraşamaz. Çocuklarının rasyonel ve pozitif olmayan müesseselere gönderilmelerine göz yummaz. Eziyet ve işkence yasaktır.

            Size söyliyeyim: Ne baraj, ne yol, ne fabrika bir şey ifade etmez. Bunlar bugün vardır, yarın yoktur. Bugün yoktur, yarın yapılır. Fakat Türkiye’yi, onun barajlarını, fabrikalarını, uygar davranışlı insanlarını yapmış olan Atatürkçü zihniyet bir kere yıkılırsa bir daha dünya tarihinde Türkiye diye bir şey olmaz. Biz ise, öğrencimiz, öğretmenimiz, kentlimiz, köylümüz, işçimiz, işverenimizle, çoluk çocuğumuz, ana babamızla, devleti idare edenlerimiz ve idare edilenlerimizle Türk kalmak istiyoruz. Bu isteğimizin gerçekleşmesi çarelerini almanızı istemek hakkımızdır.

Sonuç

            Türkiye’yi mutlaka ve muhakkak laik bir Devlet olarak yaşatacağız. Zıddını düşünenler varsa bizden değildir. Diyeceklerine kulak asmayınız. Sözüm ona hürriyet namına cinayetler işlenmesine fırsat vermeyiziniz. Gerçek hürriyet laik bir Hukuk Devleti olması zaruri bulunan Türkiye Cumhuriyetinde yeşerebilir. Bunun dışında yalnız anarşi, yalnız zulüm vardır.

            Hükümet Başkanı olmanızdan ötürü sizden, çok, ama çok vahim bir tarihi buhran eşiğinde engin feraset ve mutena bir vatanperverlik bekliyoruz.

 

[1] Cumhuriyet gazetesi, “Olaylar ve Görüşler”, 07.Ekim.1968.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications