GÜNÜN MEVZULARI[1]

Sanki bütün Japonya, bir tek babanın (İmparatorun)
başkanlığı altında toplanmış bir ailedir. Bu aile içinden
hiçbir kimse evinin içyüzünü yabancılara gösteremez.
 

JAPONLAR
Yazan: Bülent Nuri ESEN

            İmparatorluğun en büyük bayramı –eğer yanılmıyorsam- mayısın başlarında kutlanır. Bir Japon, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun bu büyük bayram gününü herhalde kutlayacaktır.

            O yılın bayram gününde beni çağırmışlardı. Dört veya beş kişilik küçük masalar etrafında küme küme olmuştuk. Her masa yiyeceği yemeği kendisi hazırlıyor. Yemeğin harcı masanın üzerine konulmuş: sığır eti filotolarından küçük parçalar, iç yağı, soya fasulyesi, imparatorluktan gelme birçok sebze çeşitleri. Ortada bir benzin ocağı var. Üzerinde de aliminyum bir sahan. Masanın etrafında yer alanların hepsi de zaman zaman yemek pişirme işine karışıyorlar. Daha doğrusu, sahanda kızarmakta olan et parçalarını yanmaması için karıştırıyorlar. Bu yemek onların milli yemekeleri olan “suyuaki” dir.

            Yanımdaki zat, meşhur bir üniversiteye edebiyat profesörü olacakmış. İncelemelerde bulunmak üzere geziye çıkmış. Anlatıyor: Japon yemekleri o kadar imrenilecek şeyler değildir. Halbuki, Çin mutfahının her kabı bir harikadır. Bizim yemeklerimizin Çin yemeklerine yaklaştığı bir nokta var: her iki yemekte de ekmek yerine haşlanmış pirinç yenmesi… Gerçekten Çin yemekleri başka milletlerin sofrasında rastlanmıyan nefis şeylerdir. Japonların Çinlilerde takdir ettikleri şeyin yalnız yemekten ibaret olduğunu sanmayınız. Japon, edebiyat ve sanat bakımından da Çinliye hayrandır. Bir hekim dostum diyordu ki: “Çinliler bizim için düşman değildirler. Nasıl olsa bir gün Asyalı oluşumuz anlaşmamıza yardım edecektir. İmparatorluğun asıl düşmanları Amerika, İngiltere ve Rusya’dır.” Bu düşmanlardan Rusya, şimdilik, Japonya’nın silahı ile çattığı devletlerden değildir.

*

            Önemli vazifelerde bulunmuş ve sonra meslekten çekilmiş olan bir diplomat pirinç yemek için kullanılan iki çomağın ne anlama geldiğini kulağıma fısıldadı: “Bunlardan alttaki değnekçik hiç kımıldamaz. Bu, hanedan sülalesini ifade eder; üstteki çomak ise imparator demektir. İnsanlar değişebilir, lakin imparatorluk ebedidir.”

            Yemekten sonra, ısıtılarak içilen oldukça sert bir içki sundular. Adını sake koymuşlar. Bir çeşit pirinç rakısı imiş. En iyisi ve tanınanı Kobe’de yapılırmış. Bizim soyulmuş ve tuzlu Şam fıstığı yerine Japonlar ortadan bölünmüş ve tuzlanarak kavrulmuş kuru bakla yiyorlar. Hiç de fena olmuyor. Eğlencelik dediğimiz şeylerden.

            Japonların çoğunun içkiye hiç yüzleri yok. Aksi gibi şampanyaya bayılıyorlar. Günün her saatinde görüştüğü kimselerle kendisi arasında daima mesafe gözeten ve çoğu zaman konuşmaktan çekinen Japon, ispirtonun tesiri ile başı döndüğü zaman geveze bir adam olur. Böyle bir eğlenti akşamının sabahında kendisini gene eskiden olduğu gibi durgun ve az konuşur bulursunuz.

*

            Japonyalı ferdiyetçi değildir. Kendisini diğer vatandaşlarından ayıran önemli bir nokta olsa bile durum böyledir. Katolik bir sinir hastalıkları mütehassısı diğer dinlerden olan vatandaşlardan hiçbir bakımdan ayrılmıyordu. Yalnız, bir noktanın önemi büyüktür: kan meselesi. Bir Japon kadını ile bir İngiliz erkeğinden dünyaya gelmiş olan vatandaşları ile hiçbir Japon görüşmek istemiyordu. Bilakis, Koreli bir ana ile, adalı bir babanın çocuğu olan Japon diğerlerinden hiçbir suretle ayrı muamele görmez. Zaten kendisi de tamamiyle Japonyalıdır. Böyle, babası imparator tebaasından olup da anası Koreli bir doktor günün birinde insan kanı üzerinde önemli bir keşifte bulundu. Fransız hekimleri bu keşfin üzerinde önemle duruyorlardı. Keşfi yapan, bu olaydan ulu orta bir işmiş gibi söz açmıştı.

            Japonlar için her şeyden üstün tutulan “Nihon” fikridir. Nihon onların ana memleketlerinin adıdır. “Allahın rüzgârı” tayyaresi Japonya’dan Croydon’a uçuş yapıyordu. Japon tayyarecileri Le Bourget’de birkaç dakika dinleneceklerdi. Memlekette ne kadar vatandaşları varsa uçuş alanına toplanmıştı. Dört beş saat geciken tayyare nihayet gökte göründüğü zaman, hepsinin birden, görünmiyen bir yerlerinden birer küçük güneş imparatorluğu bayrağı çıkarıp salladıklarını gördüm. Gökleri fetheden bir millet oldukları için iki kat övünüyorlardı.

            Japon terbiyeli, sessiz bir insandır. Çok naziktir. Bütün şark adamları gibi yabancıyı sayar gözükür. Fakat, görüştüğü kimseyi daima şüphe altında dinler. Yabancı ile yaklaşmalarında kendisince önemli olan “Nihon” un menfaatlerine aykırı konuşmamaktır. Japon, kendisinden ve kendi milli hayatından şikâyet etmez. Bu, onun şahsındaki hususilik olduğu kadar, milli disiplinden ileri gelen bir neticedir.

            Japonlar için deniz kaplumbağası, balıkçı kuşu, leylek gibi hayvanlar kutsaldırlar. Buna sebep, Japonya’nın bir deniz ülkesi olmasıdır sanıyoruz. Gerçekten, adalar halkının çoğu balıkçılık eder. Fakat Japonlar için “Yama” da mukaddestir. Yama, dağ demektir. Japon işi yelpazelerin, çay tepsilerinin, fincanların üzerinde dağ resmi bulunuşu bundandır. Japonlar dağı mukaddes sayarlar. O kadar ki, küçük bir dağ saydıkları ufacık toprak kümeleri ve tümsekler de onlar için aynı şekilde mukaddestir. Bundan dolayı da sokakta veya açıklık yerde bir toprak kümesini kirletmek günahtır.

            Japon, çalışkan ve kabiliyetlidir. Evine bağlıdır. “Nihon” için yaşar ve yaşatır. İmparator kendisi için ilah gibidir. Onu selamlaması bile başka türlüdür.

            Kendisinde buluculuk ve yaratıcılık vardır. Ancak, bu hassası işlenmiş değildir. Zira, kendilerinde tenkit fikri henüz yoktur, denebilir. Şimdilik, daha ziyade alıcıdırlar. Yani, gördükleri her şeyden kendileri için bir pay çıkarmaktadırlar.

            Japon çok kuvvetli bir müşahedecidir. Memleketi dışında kendisine her vakit boynunda fotoğraf makinesi ile rastlarsınız. Fotoğraf filmlerini Japon vatandaşı kendisi banyo eder. Bunun sebebi, Japonya’da resim çeken yabancılara ait filmlerden bir kısmının yıkanmak üzere verildiği Japon fotoğrafçısında bozuk çıkmasından alınan ders olsa gerektir. Zira, Japonya’da resim çekmiş olan yabancı, bu resimlerin basılması için bir Japon fotoğraf mağzasına başvurmuşsa ve bu resimlerden bazısının bir yabancı elinde bulunması Japonya için iyi olmıyacaksa onlar bozulurlar.

            Japon daima kendi vatandaşlarından birine benzemek ister. Büyük bir resim sergisinde mükâfat kazanan bir ressam, Fujita’nın bir freski karşısında ağzını açamıyacak kadar hayran dururdu.

*

            Japon kamuoyunu besliyen gazeteler ve dergilerdir. Japon gazeteciliği Amerikan gazeteciliği ölçüsünde bulunmaktadır. Çoğu gazetelerin adı “şimbun” ile biter ki gazete demektir. Japonya’nın kültür alanında okuma yazma bilen vatandaş sayısı bakımından dünyanın en ileri memleketi oluşu, gazetelerin basılış sayısını da hayli yukarıda tutmaktadır.

            Dergilere gelince, bunlar da Amerikan magazinleri biçiminde çıkmaktadır. Fakat, gazeteler olsun, dergiler olsun, diğer basın vasıtaları olsun düşünüş ve yazma hürriyetleri bakımından tekmil Japon vatandaşlarının memnun olacakları durumda değildirler.

            Japon genel hayatının gizli bir tarafı var. Japonya seksen milyonluk bir gizli cemiyet gibidir. Üyelerinden her hangi birisi bu cemiyete dair bir hususiliği yabancıya bildirmek hakkına sahip olamaz. Şayet, böyle bir şey yapacak olursa, bir daha Japonya’ya dönmemesi lazımdır. Kendisi değilse bile, yarını mahvolmuş demektir. Yabancı kadınla hayatını birleştiren Japon erkeği de aynı durumda sayıldığı için bunlar da memleketlerine dönmemektedirler.

            Sanki bütün Japonya, bir tek babanın –imparatorun- başkanlığı altında bir ailedir. Bu aileden hiç kimse aile hayatının bir levhasını yabancılara gösteremez.

            Fakat, bütün yasağa rağmen ve hayatlarının tehlikeye girmesi bahasına, millet halinde yaşayışlarından şikayet edenler eksik değildir. Gene bir dostum, gazetelerin zavallı durumunu anlatıyor ve gazete idare yerlerinin kapıları karşısında asker birliklerinin makineli tüfeklerle beklemekte olduğunu söylüyordu. Büyük bir Japon fakültesinde son zamanlar felsefe düşünüşlerinden bahseden ünlü bir Japon filosofu liberal fikirlerinden ötürü üniversiteden uzaklaştırılmıştı.

            Japon genoyu feth ve yayılma fikirlerine çok iyi hazırlanmıştır. Daha 1936’da tanıdıklarımdan biri bana: “Günün birinde belki de komşu olacağız, bunun için bizim İran’a bir vali tayin etmemiz gerekecektir”, demişti.

            “Nihon” un yarını için her şey göze alınmıştır. Yeter ki sonunda “gün doğusu imparatorluğu” yükselmiş olsun.

            Hollandalılar kendi aralarında daha 1935’te Japonlar tarafından hazırlanmış beton top mevzileri meydana çıkardılar. Japonya bütün bu yerleri almak ister.

            Japonlar gayet açık bir şekilde Anglo-Sakson teknik ve bilim aleminin tesiri altındadırlar. Memleketlerinde çıkan sayısız İngilizce gazete ve dergi buna bir misaldir. Latin kültürü, Japonya için sadece sanat ve edebiyat ve bir de eski dil bilgisi bakımından önemli olabilmiştir. Fransız kültürünü Japonya’da tehlikede ve unutulmada gören Fransa, bir zamanlar, Japonya’dan, kendi topraklarına masrafları kendisine ait olmak üzere, talebe gönderilmesini istemişti. Amaç, Fransa’da yetişecek talebelerin Japonya’ya döndükleri zaman Fransız kültürünü yaşatmalarını sağlamaktı. Japonya, telebe yerine ve talebe adı ile yetişmiş mütehassıslar yolladı.

            Anglo-Sakson tesirinden sonra Cermen tesirini görmek kabildir. Hele teknik alanında Japonların en çok faydalandıkları Alman sanat tekniği olmuştur. 1937 Paris sergisi açıldığı sıralarda Japonlar Almanların tanınmış fabrikalarından birinin yaptığı fotoğraf makinelerinin tıpkısını yaptılar. Bundan ne kadar sevindiklerini anlatamam. Çünkü, bu başarı askerlik için gerekli olan dürbünlerin ve bir çok hesap aletlerinin Japonya’da yapılmasını mümkün kılacaktı.

            Japon endüstrisi sermayedarların hâkimiyeti altında bulunuyorsa da, sermayedarlar da askeri iradenin hâkimiyeti altında iş görürler. İngilizlere ve Amerikalılara göre, bugünkü harbe sebep olan bu askeri hâkimiyettir.

            Japonlar Türkleri çok az tanırlar. Yalnız aydınlar her yeni şeyle uğraştıkları gibi inkilabımızın üzerinde de durmuşlardır.

            İçlerinde bizi az çok bilenler yoktur, denemez. İçlerinden birisi Türkçe öğreniyordu. Ve asıl önemli olan da şu, henüz öğrenmiye başlayalı dört aya varmadığı halde, Türkiye’ye döneceğim haberini aldığı zaman bana: “Bay Esen, güle güle gidiniz”, diye bir kart yollamıştı.

            Japon dostlarımızın bizi tanıyanları bize çok saygı gösterirler. Bize olan yakınlıkları inkilabımıza karşı duydukları hayranlıktan ötürüdür. Gariptir ki, yıllardan beri dövüştükleri düşmanları olan Çin milli kuvvetlerinin lideri de dövüşme ve çarpışma gücünü gene Türk istiklal savaşının kendisinde uyandırdığı sonsuz hayranlıkta bulmaktadır.

[1] Ulus Gazetesi, 21.01.1942.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications