GÜNÜN
MEVZULARI
Sanki bütün Japonya, bir tek babanın (İmparatorun)
başkanlığı altında toplanmış bir ailedir. Bu aile
içinden
hiçbir kimse evinin içyüzünü yabancılara gösteremez.
JAPONLAR
Yazan: Bülent Nuri ESEN
İmparatorluğun en büyük bayramı –eğer yanılmıyorsam-
mayısın başlarında kutlanır. Bir Japon, dünyanın
neresinde bulunursa bulunsun bu büyük bayram gününü
herhalde kutlayacaktır.
O
yılın bayram gününde beni çağırmışlardı. Dört veya beş
kişilik küçük masalar etrafında küme küme olmuştuk. Her
masa yiyeceği yemeği kendisi hazırlıyor. Yemeğin harcı
masanın üzerine konulmuş: sığır eti filotolarından küçük
parçalar, iç yağı, soya fasulyesi, imparatorluktan gelme
birçok sebze çeşitleri. Ortada bir benzin ocağı var.
Üzerinde de aliminyum bir sahan. Masanın etrafında yer
alanların hepsi de zaman zaman yemek pişirme işine
karışıyorlar. Daha doğrusu, sahanda kızarmakta olan et
parçalarını yanmaması için karıştırıyorlar. Bu yemek
onların milli yemekeleri olan “suyuaki” dir.
Yanımdaki zat, meşhur bir üniversiteye edebiyat
profesörü olacakmış. İncelemelerde bulunmak üzere geziye
çıkmış. Anlatıyor: Japon yemekleri o kadar imrenilecek
şeyler değildir. Halbuki, Çin mutfahının her kabı bir
harikadır. Bizim yemeklerimizin Çin yemeklerine
yaklaştığı bir nokta var: her iki yemekte de ekmek
yerine haşlanmış pirinç yenmesi… Gerçekten Çin yemekleri
başka milletlerin sofrasında rastlanmıyan nefis
şeylerdir. Japonların Çinlilerde takdir ettikleri şeyin
yalnız yemekten ibaret olduğunu sanmayınız. Japon,
edebiyat ve sanat bakımından da Çinliye hayrandır. Bir
hekim dostum diyordu ki: “Çinliler bizim için düşman
değildirler. Nasıl olsa bir gün Asyalı oluşumuz
anlaşmamıza yardım edecektir. İmparatorluğun asıl
düşmanları Amerika, İngiltere ve Rusya’dır.” Bu
düşmanlardan Rusya, şimdilik, Japonya’nın silahı ile
çattığı devletlerden değildir.
*
Önemli vazifelerde bulunmuş ve sonra meslekten çekilmiş
olan bir diplomat pirinç yemek için kullanılan iki
çomağın ne anlama geldiğini kulağıma fısıldadı:
“Bunlardan alttaki değnekçik hiç kımıldamaz. Bu, hanedan
sülalesini ifade eder; üstteki çomak ise imparator
demektir. İnsanlar değişebilir, lakin imparatorluk
ebedidir.”
Yemekten sonra, ısıtılarak içilen oldukça sert bir içki
sundular. Adını sake koymuşlar. Bir çeşit pirinç rakısı
imiş. En iyisi ve tanınanı Kobe’de yapılırmış. Bizim
soyulmuş ve tuzlu Şam fıstığı yerine Japonlar ortadan
bölünmüş ve tuzlanarak kavrulmuş kuru bakla yiyorlar.
Hiç de fena olmuyor. Eğlencelik dediğimiz şeylerden.
Japonların çoğunun içkiye hiç yüzleri yok. Aksi gibi
şampanyaya bayılıyorlar. Günün her saatinde görüştüğü
kimselerle kendisi arasında daima mesafe gözeten ve çoğu
zaman konuşmaktan çekinen Japon, ispirtonun tesiri ile
başı döndüğü zaman geveze bir adam olur. Böyle bir
eğlenti akşamının sabahında kendisini gene eskiden
olduğu gibi durgun ve az konuşur bulursunuz.
*
Japonyalı ferdiyetçi değildir. Kendisini diğer
vatandaşlarından ayıran önemli bir nokta olsa bile durum
böyledir. Katolik bir sinir hastalıkları mütehassısı
diğer dinlerden olan vatandaşlardan hiçbir bakımdan
ayrılmıyordu. Yalnız, bir noktanın önemi büyüktür: kan
meselesi. Bir Japon kadını ile bir İngiliz erkeğinden
dünyaya gelmiş olan vatandaşları ile hiçbir Japon
görüşmek istemiyordu. Bilakis, Koreli bir ana ile, adalı
bir babanın çocuğu olan Japon diğerlerinden hiçbir
suretle ayrı muamele görmez. Zaten kendisi de tamamiyle
Japonyalıdır. Böyle, babası imparator tebaasından olup
da anası Koreli bir doktor günün birinde insan kanı
üzerinde önemli bir keşifte bulundu. Fransız hekimleri
bu keşfin üzerinde önemle duruyorlardı. Keşfi yapan, bu
olaydan ulu orta bir işmiş gibi söz açmıştı.
Japonlar için her şeyden üstün tutulan “Nihon” fikridir.
Nihon onların ana memleketlerinin adıdır. “Allahın
rüzgârı” tayyaresi Japonya’dan Croydon’a uçuş yapıyordu.
Japon tayyarecileri Le Bourget’de birkaç dakika
dinleneceklerdi. Memlekette ne kadar vatandaşları varsa
uçuş alanına toplanmıştı. Dört beş saat geciken tayyare
nihayet gökte göründüğü zaman, hepsinin birden,
görünmiyen bir yerlerinden birer küçük güneş
imparatorluğu bayrağı çıkarıp salladıklarını gördüm.
Gökleri fetheden bir millet oldukları için iki kat
övünüyorlardı.
Japon terbiyeli, sessiz bir insandır. Çok naziktir.
Bütün şark adamları gibi yabancıyı sayar gözükür. Fakat,
görüştüğü kimseyi daima şüphe altında dinler. Yabancı
ile yaklaşmalarında kendisince önemli olan “Nihon” un
menfaatlerine aykırı konuşmamaktır. Japon, kendisinden
ve kendi milli hayatından şikâyet etmez. Bu, onun
şahsındaki hususilik olduğu kadar, milli disiplinden
ileri gelen bir neticedir.
Japonlar için deniz kaplumbağası, balıkçı kuşu, leylek
gibi hayvanlar kutsaldırlar. Buna sebep, Japonya’nın bir
deniz ülkesi olmasıdır sanıyoruz. Gerçekten, adalar
halkının çoğu balıkçılık eder. Fakat Japonlar için
“Yama” da mukaddestir. Yama, dağ demektir. Japon işi
yelpazelerin, çay tepsilerinin, fincanların üzerinde dağ
resmi bulunuşu bundandır. Japonlar dağı mukaddes
sayarlar. O kadar ki, küçük bir dağ saydıkları ufacık
toprak kümeleri ve tümsekler de onlar için aynı şekilde
mukaddestir. Bundan dolayı da sokakta veya açıklık yerde
bir toprak kümesini kirletmek günahtır.
Japon, çalışkan ve kabiliyetlidir. Evine bağlıdır.
“Nihon” için yaşar ve yaşatır. İmparator kendisi için
ilah gibidir. Onu selamlaması bile başka türlüdür.
Kendisinde buluculuk ve yaratıcılık vardır. Ancak, bu
hassası işlenmiş değildir. Zira, kendilerinde tenkit
fikri henüz yoktur, denebilir. Şimdilik, daha ziyade
alıcıdırlar. Yani, gördükleri her şeyden kendileri için
bir pay çıkarmaktadırlar.
Japon çok kuvvetli bir müşahedecidir. Memleketi dışında
kendisine her vakit boynunda fotoğraf makinesi ile
rastlarsınız. Fotoğraf filmlerini Japon vatandaşı
kendisi banyo eder. Bunun sebebi, Japonya’da resim çeken
yabancılara ait filmlerden bir kısmının yıkanmak üzere
verildiği Japon fotoğrafçısında bozuk çıkmasından alınan
ders olsa gerektir. Zira, Japonya’da resim çekmiş olan
yabancı, bu resimlerin basılması için bir Japon fotoğraf
mağzasına başvurmuşsa ve bu resimlerden bazısının bir
yabancı elinde bulunması Japonya için iyi olmıyacaksa
onlar bozulurlar.
Japon daima kendi vatandaşlarından birine benzemek
ister. Büyük bir resim sergisinde mükâfat kazanan bir
ressam, Fujita’nın bir freski karşısında ağzını
açamıyacak kadar hayran dururdu.
*
Japon kamuoyunu besliyen gazeteler ve dergilerdir. Japon
gazeteciliği Amerikan gazeteciliği ölçüsünde
bulunmaktadır. Çoğu gazetelerin adı “şimbun” ile biter
ki gazete demektir. Japonya’nın kültür alanında okuma
yazma bilen vatandaş sayısı bakımından dünyanın en ileri
memleketi oluşu, gazetelerin basılış sayısını da hayli
yukarıda tutmaktadır.
Dergilere gelince, bunlar da Amerikan magazinleri
biçiminde çıkmaktadır. Fakat, gazeteler olsun, dergiler
olsun, diğer basın vasıtaları olsun düşünüş ve yazma
hürriyetleri bakımından tekmil Japon vatandaşlarının
memnun olacakları durumda değildirler.
Japon genel hayatının gizli bir tarafı var. Japonya
seksen milyonluk bir gizli cemiyet gibidir. Üyelerinden
her hangi birisi bu cemiyete dair bir hususiliği
yabancıya bildirmek hakkına sahip olamaz. Şayet, böyle
bir şey yapacak olursa, bir daha Japonya’ya dönmemesi
lazımdır. Kendisi değilse bile, yarını mahvolmuş
demektir. Yabancı kadınla hayatını birleştiren Japon
erkeği de aynı durumda sayıldığı için bunlar da
memleketlerine dönmemektedirler.
Sanki bütün Japonya, bir tek babanın –imparatorun-
başkanlığı altında bir ailedir. Bu aileden hiç kimse
aile hayatının bir levhasını yabancılara gösteremez.
Fakat, bütün yasağa rağmen ve hayatlarının tehlikeye
girmesi bahasına, millet halinde yaşayışlarından şikayet
edenler eksik değildir. Gene bir dostum, gazetelerin
zavallı durumunu anlatıyor ve gazete idare yerlerinin
kapıları karşısında asker birliklerinin makineli
tüfeklerle beklemekte olduğunu söylüyordu. Büyük bir
Japon fakültesinde son zamanlar felsefe düşünüşlerinden
bahseden ünlü bir Japon filosofu liberal fikirlerinden
ötürü üniversiteden uzaklaştırılmıştı.
Japon genoyu feth ve yayılma fikirlerine çok iyi
hazırlanmıştır. Daha 1936’da tanıdıklarımdan biri bana:
“Günün birinde belki de komşu olacağız, bunun için bizim
İran’a bir vali tayin etmemiz gerekecektir”, demişti.
“Nihon” un yarını için her şey göze alınmıştır. Yeter ki
sonunda “gün doğusu imparatorluğu” yükselmiş olsun.
Hollandalılar kendi aralarında daha 1935’te Japonlar
tarafından hazırlanmış beton top mevzileri meydana
çıkardılar. Japonya bütün bu yerleri almak ister.
Japonlar gayet açık bir şekilde Anglo-Sakson teknik ve
bilim aleminin tesiri altındadırlar. Memleketlerinde
çıkan sayısız İngilizce gazete ve dergi buna bir
misaldir. Latin kültürü, Japonya için sadece sanat ve
edebiyat ve bir de eski dil bilgisi bakımından önemli
olabilmiştir. Fransız kültürünü Japonya’da tehlikede ve
unutulmada gören Fransa, bir zamanlar, Japonya’dan,
kendi topraklarına masrafları kendisine ait olmak üzere,
talebe gönderilmesini istemişti. Amaç, Fransa’da
yetişecek talebelerin Japonya’ya döndükleri zaman
Fransız kültürünü yaşatmalarını sağlamaktı. Japonya,
telebe yerine ve talebe adı ile yetişmiş mütehassıslar
yolladı.
Anglo-Sakson tesirinden sonra Cermen tesirini görmek
kabildir. Hele teknik alanında Japonların en çok
faydalandıkları Alman sanat tekniği olmuştur. 1937 Paris
sergisi açıldığı sıralarda Japonlar Almanların tanınmış
fabrikalarından birinin yaptığı fotoğraf makinelerinin
tıpkısını yaptılar. Bundan ne kadar sevindiklerini
anlatamam. Çünkü, bu başarı askerlik için gerekli olan
dürbünlerin ve bir çok hesap aletlerinin Japonya’da
yapılmasını mümkün kılacaktı.
Japon endüstrisi sermayedarların hâkimiyeti altında
bulunuyorsa da, sermayedarlar da askeri iradenin
hâkimiyeti altında iş görürler. İngilizlere ve
Amerikalılara göre, bugünkü harbe sebep olan bu askeri
hâkimiyettir.
Japonlar Türkleri çok az tanırlar. Yalnız aydınlar her
yeni şeyle uğraştıkları gibi inkilabımızın üzerinde de
durmuşlardır.
İçlerinde bizi az çok bilenler yoktur, denemez.
İçlerinden birisi Türkçe öğreniyordu. Ve asıl önemli
olan da şu, henüz öğrenmiye başlayalı dört aya varmadığı
halde, Türkiye’ye döneceğim haberini aldığı zaman bana:
“Bay Esen, güle güle gidiniz”, diye bir kart yollamıştı.
Japon dostlarımızın bizi tanıyanları bize çok saygı
gösterirler. Bize olan yakınlıkları inkilabımıza karşı
duydukları hayranlıktan ötürüdür. Gariptir ki, yıllardan
beri dövüştükleri düşmanları olan Çin milli
kuvvetlerinin lideri de dövüşme ve çarpışma gücünü gene
Türk istiklal savaşının kendisinde uyandırdığı sonsuz
hayranlıkta bulmaktadır.
|