DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCELERİ        

 “HUKUK POLİSİ”[1]

Prof.Dr. Bülent Nuri ESEN
Ankara Hukuk ve Eğitim Fak. Öğretim üyesi

 

“Devlet itibarını, ideare edenlerin davranışı ve
idare olunanların devlet ve devleti idare edenler
hakkında beslediği düşünce yaratır. Son Teknik
Üniversite olayında, idare, öğrenci yurduna girmiş,
oradaki çocukların yaşama ve barınma hakkına
tecavüz etmiştir. Beden bütünlüklerini bozmuştur.
Bu, devlet itibarını zedeleyen elim bir olaydır…
Anayasamızın zaruri gördüğü polis, bu düzeni
gerçekleştirecek olan “hukuk polisi”dir. Polis,
yürütmenin tokat atan eli değildir…”

 

            Polis bir vasıtadır. Tıpkı devletin de bir vasıta oluşu gibi. Dava, polisin ne çeşit bir vasıta olması gerektiğini belirtmektir.

            İki çeşit anlayış vardır, diyebiliriz.

            Birincisinde: Polis, devleti idare edenlerin elinde iradelerini, arzularını yerine getirmede, emirlerini yaptırmada kullandıkları bir zorlama aletidir. Vatandaş bu aletten korkar. Zira, burada polis “silah kuvveti”dir. İnsaflı olmaktan çok hoyrattır, haşindir, kabadır. Can yakar. Hak nedir bilmez. Bilse de tanımaz. Polis, bir sindirme cihazıdır. Sindirme cihazından azami verim alınabilmek için işleyişinden ötürü hesap sorulmaz. Polisle hiçbir zaman yanlış iş görmediği sanısı arız olur. Bu noktadan ötesinde polis artık bir vasıta olmaktan çıkar, bizatihi bir gaye haline gelir. Devletle aynı şey olur. Herşey polis içindir. Polisten üstün kuvvet yoktur. “Lüzum” gördü mü kişinin üstünü arar, evine girer. Dilediği zaman kişiyi yakalar götürür. Keyfince bir yere kapatır ve canı istediği kadar tutar. Ferdin inancına karışır, kişiyi ibadede zorlar, ya da mabede gitmesini yasaklar. Her kitabı, her basılmış eseri okutmaz. Düşüncelerin açıklanmasına izin vermez. Biraraya gelmeleri önler. Ve daha neler, neler… Bu biçim polis anlayışının temelinde idare edenlerle kurulmasını istedikleri düzeni yürütecek kuvvet arasında zımni bir anlaşma vardır. Bu anlaşmaya göre, polis, idare denlerin her dediğine körü körüne itaat eder. İdare edenler de polisi doyurur. Anlaşmadan karlı çıkan polistir. Doyurulması matlup olduğundan siyasi sorumlular polisin her türlü kanunsuz yoldan kesesini doldurmasına göz yumarlar. Polisin sağlayacağı asayişin, daha doğrusu kamusal korkunun, bedeli çok pahalıdır. Kazancın yüksek oluşunu gören bazı becerikli zorbaların da polis oyunu oynama hevesleri kabarır. Ortalığı haraca kesenler peyda olur ve rahatça, açıktan açığa faaliyet gösterir.

Sopa değil koruma

            Bu sistemde polis demek, sopa demektir, dayak demektir. Vatandaşı idare edenleri keyfine ramedecek baskı demektir.

            İkinci çeşit polis, ferde devletin Anayasa düzeni içinde hür olarak yaşamasını sağlayan bir yardımcıdır. Polisin eli, dost elidir. Şamar atmaz. Kırıp dökmez, vurmaz. Vatandaşı ezmek isteyen her kuvvete karşı onu korur. Tehlike ile vatandaş arasında kalkandır. Çocuğa, kadına, gebeye, yaşlıya, düşküne özel ihtimam gösterir. Keyfiliğe karşı hürriyeti savunur. Zulümden korkanlar, hürriyetlerine gölge düşeceği kuşkusunda olanlar polise koşarlar. Polis bir koruyucudur.

Bir Sayın Amiral

            Bu yazıya başlarken polisin bizde ne biçim olmasını özlediğimi anlatmak amacını güdüyordum. Şimdi, “Dünya” gazetesinin 10 Ağustos sayısını elime aldım. İkinci sayfada başlığı da, metni de bana hitabeden bir yazı var. Okuyorum. Sayın emekli Amiral Buhranettin Erilkun yazmış. Sonunda bana “değerli” vasfını vermek lütfunda bulunuyor. Elbet, bundan ötürü övünürüm. Fakat, asıl Sayın Amiralin gösterdiği vatansever hassasiyetine duyduğum kıvançla kendisine teşekkürler etmek isterim. Amiralin bana soruları var. Bir güzel rastlantı ile bu sorular yazımın konusu içine girmekte.

            Sayın Amiral diyor ki:

            Devlet Başkanına bir mektup yazmışsın (Telgraf olacak); öğrencilere düşman gözü ile bakan polisten hayır ummamalı, demişsin. Halbuki, polis, düzeni korumuştur. Sen Anayasa Hukuku öğreticisi olarak öğrencileri yermeli idin; onlara “nizam ve kanunlarla devlet otoritesine riayet etmelerini” söylemeli idin; ifratkar hareketlerini önlemen gerekirdi; senden onlara “itidal” tavsiyesinde bulunmak ve “tarafsız bir nizam dostluğu” beklenirken böyle hareket etmiş olman bana üzüntü verdi. Zira, sen böyle yaparsan halimiz pek kötü olur.

“Siyasi” saldırı         

            Sayın Amiralin yazdıklarını özetlemeye çalıştım.

            Önce, bir yanlış anlamayı düzeltmek isterim: Devletin misafiri olanlara saldıranları savunmuş değilim. Türk toprağına ayak basan her insanın hür olduğunu bütün dünyaya tanıtmak emelindeyim. Ben, bir insan hakları gönüllüsüyüm. Amerikalı denizci de müttefik devlet donanması üniformasını taşımasa dahi Cumhuriyet ülkesinde tekmil insan haklarından en geniş ölçüde faydalanmalıdır.

            Hürriyet, şayet fert meşru otoriteyi saymakta ise yaşar. Öğrencilerime, değil polis memurunun veya orman koruyucusunun, lakin bir trafik lambasının dahi düzeni temsil ettiğini öğretirim.

            Devlet Başkanına göndermek cesaretini kendimde bulduğum telgrafı polisin gece yarısı bir öğrenci yurdunu basıp orada barınanlara karşı yapabildiği vandalizmi gazetelerde okuyunca gönderdim. Ben, şiddetin ve zorun değil, hakkın savunucusuyum. İçimde bu ülküyü taşırım.

            Bu naktayı belirttikten sonra Sayın Amiral ile beraber olduğum düşüncelere işaret edeyim: 1) O da, ben de Anayasa üstünlüğü prensibine inanıyoruz. 2) O da, ben de Atatürk ilkelerine dayanan düzen taraflısıyız. 3) O da, ben de devletin itibar sahibi olmasını istiyoruz. 4) O da, benim gibi, bugün bir “siyasi keşmekeş” içinde bulunduğıumuza inanıyor.

            Dördüncü sırada saydığım ve Amiralin memleketin içinde bulunduğu “siyasi keşmekeş” diye nitelediği durum Devlet Başkanına gönderdiğim telgrafın konusudur. Anayasa bekçiliği ödevi dolayısıyla bu durumu (1), numaralı vatandaşa bildirmek benim görevimdir.

            Üniversite öğrencilerinin barındığı yurt binasına polis saldırtmak “siyasi” bir davranıştır. Bir isteğe karşı verilmiş siyasi cevaptır. İdarenin öğrencilerin ortaya koyduğu bir istek karşısına kuvvet dikmesi iki sebebe dayanır: a) O istek bir temel soruna ilişkindir. b) İdare, ortaya çıkmış bulunan isteğin üzerine eğilmekten aciz olduğu için silahlı kuvvet kullanma yoluna gitmektedir.

Genç ve itidal!

            İdare edenler toplum kuvvetlerini tanımak zorundadırlar. Bunlar, yerine göre, birer baskı gurubudurlar. Tanımazlarsa, şimdi önümüzde duran çeşitten elem verici olaylar meydana gelebilir.

            Sayın Erilkun gencin kendisi gibi, benim gibi olmasını istiyor. Buna imkân var mı? Gençlik ve itidal bir arada olur mu? Olduğu gün, gençlerimizden ümidi kesmek gerekir. İtidal sahibi genç yaşamadan yaşlanmış demektir. Halbuki, gençlik, dinamizmdir, coşkunluktur. “Beklenmedik”i yaratmaktır, çeşitliliktir. Genç olan hiçbir şeyde itidal aramayanız. Gençlik acelecidir, hızlıdır, cüretlidir, yenilikçidir. Böyle olmazsa ilerici olamaz, yaratıcı düşünce taşıyamaz. Zaman zaman kanunu bilmezlikten geldiği, ya da gerçekten bilmediği olur. Bunun da sebebi yine gençliğin heyecandan gelen ani davranışlarındadır. İtidal ise, ortadır, ortadadır. Mevcudu tutmadadır. Keyfin bozulmamasındadır. Bu halin de birçok mahzurları ve hele yeni devletlerde zararları, vardır. Onun içindir ki, benim inancım, gençliğin dinamik ve hareketli olması sayesinde yeter ölçüde canlılık ve yenilikçilik taşımayan düşünceler, ileri davranışın getirdiği fikirlerle sentez haline gelebilir ve bunda devlet idaresinde beklenen denge doğar, şeklindedir.

            Sayın Amiralin ve benim kuşağımız kendi alışkanlıklarımız içindeyiz. Bu halimiz, bir çeşit nasırlaşmadır. Gençlik ise, her türlü nasırlaşmaya karşı endişe duyar. Heyecanını açıklamakla da, kalıplaşmış alışkanlıktan çıkmamız için bizi kamçılar. Bunda büyük fayda vardır. Herşeyden önce memleket siyasal yönetiminin teşebbüs gücü artmış olur. Cesur hamlelere hazırlanabilir. Toplumun ilerici karakteri belirgin hal alır. Atatürk ilkelerine dayanan düzeni başka türlü gerçekleştirmek kabil değildir.

Devlet dediğin…

            Sayın Amiralin itina gösterdiği bir husus devlet itibarının zedelenmemesidir. Haklıdır. Ancak, devlet itibarını kâğıt para üstündeki imza sağlamaz. İdare edenlerin davranışı ve idare olunanların devlet hakkında ve devleti idare edenler hakkında beslediği düşünce devlet itibarını yaratır. İdare, öğrenci yurduna girmiş, oradaki çocukların yaşama ve barınma hakkına tecavüz etmiştir. Beden bütünlüklerini bozmuştur. Bu, bir olaydır. Elim bir olaydır. Devlet itibarını zedelemiş olan bir olaydır. Ben, zedelenen devlet itibarının hemen korunması gerektiği inancı ile hareket ettim. Şüphesiz, polis de benim evladım. Ama, ben, vatandaşın devlet içinde Anayasal hakları ile yaşamasını istiyorum. Buna engel olan herhangi bir kuvvet mensubu, evladım da olsa, korunmaya layık olmaktan çıkar. Çünkü, her kim vatandaşa Anayasa ile tanınmış bir insan hakkını inkara kalkışırsa o, Anayasayı bozmuş olur.

            Onun içindir ki, ikinci biçim polis anlayışını öğretmek, geliştirmek, yerleştirmek zarureti vardır. Sorumlu idare makamları da böyle düşündüler. Olaylardan sonra bir diploma verme töreni vesilesiyle, hayli zaman önce hocası olmak şerfini taşıdığım, içişleri müsteşarı, polis anlayışımızın değişeceğini beyan etti. Yerinde ve değerli teşhiste bulundu.

            Amiral Erilkun profesörün, üniversite öğrencisini ifratkar hareketlerden alıkoymasını istiyor. Hangi teşebbüsün ifrat alanına gireceği önceden bilinebilir mi? Sonra, “ifratkar” dediğiniz nedir? Hukuk düzeyinin korunmasında böyle bir ölçü yoktur. Olması da temenni edilmez. Her yetkili kendine göre belirli bir davranış için “ifratkar” damgası vurmaya kalkıştı mı “keyfilik” başlar. Anayasa dışına çıkılmış olur. Hem, profesör-öğrenci ilişkisi bir lala-çocuk ilişkisine benzemez. Öğrenci de, profesör de aynı anayasal haklardan faydalanırlar. Aynı ölçüde fikri açıklama hürlüğüne sahiptirler. Üniversite seviyesinde yetiştirme san’atında “alıkoyma” diye bir şey olamaz. Öğrencinin alıkonması gereken tavırlar ve davranışlar üniversitenin idare oragnlarında müeyyide altında tutulur. Öğrenciye, kendisinden gayrı öğrencilerin aynı tarzda hareket edebilmesini engelleyen bir davranışta bulunmak yetkisini tanıyamayız. Bİr hak elde edileceği zaman başkalarının aynı hakkının ezilmesine rıza gösteremeyiz. Ferdin gösteri hürriyeti vardır. Bunu kanuna göre kullanacaktır. Bu iş sokakta ve meydanda olur. Sokağın güvenliği profesörün sorumluluğu içinde değildir. Polis ödevindedir. Polis de sokak güvenliğini sağlamak için yatağında yatan çocuğu ölüme sürükleyecek bir harekette bulunamaz. Bulundu mu, polisi düzeltmek şarttır. Hükümet Haziran olayları sırasında ileri görüşlülük ve soğukkanlılık göstermişti. Polisini isabetle kullanmıştı. Polis de itibar kazanmıştı. Ama, şimdi itimat kaybetti.

Nasıl polis?

            Bu gibi aşırı durumların ortaya çıkmaması için yapılacak şey “polis anlayışı”nı düzeltmektir. Polis, sığınılacak bir hak koruyucusu olmalıdır. Herkes, küçük büyük güvenle polisin ağuşuna sokulabilmelidir. İngiliz polis memurunun bir evde yalnız olan bebeği anası dönünceye kadar oyaladığını bilir misiniz? İngiltere’de her televizyon programında: “Bütün dertleriniz ve sıkıntılarınız için … numaralı (polis telefonu)na başvurunuz!” diye yayın görürsünüz. Koruma cihazı polistir. O, beni koruyacak. O, beni anayasal düzen içinde yaşatacak.

            Ben, bir “nizam dostu” değil, bir “düzen delisi”yim. Düzen olmayan yerde hürriyet de yoktur. Ama, ben kayıtsız şartsız “düzenci” değilim. Ben, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti düzeni taraflısıyım. Anayasa Hukuku’nu da, İnsan Haklarını da, Demokratik Müesseseleri de, devlet anayasasının gerçekleşmesini göz önünde tuttuğu bu düzenin kurulması uğruna okutuyorum. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının zaruri gördüğü polis, bu düzeni gerçekleştirecek olan “hukuk polisi”dir. Polis, yürütmenin tokat atan eli değildir. Bir an önce “hukuk polisi”ni kurmamız gerekiyor.

 

[1] Milliyet Gazetesi, 17.08.1968

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications