DÜŞÜNENLERİN
DÜŞÜNCELERİ
“HUKUK
POLİSİ”
Prof.Dr.
Bülent Nuri ESEN
Ankara Hukuk ve Eğitim Fak. Öğretim üyesi
“Devlet
itibarını, ideare edenlerin davranışı ve
idare olunanların devlet ve devleti idare edenler
hakkında beslediği düşünce yaratır. Son Teknik
Üniversite olayında, idare, öğrenci yurduna girmiş,
oradaki çocukların yaşama ve barınma hakkına
tecavüz etmiştir. Beden bütünlüklerini bozmuştur.
Bu, devlet itibarını zedeleyen elim bir olaydır…
Anayasamızın zaruri gördüğü polis, bu düzeni
gerçekleştirecek olan “hukuk polisi”dir. Polis,
yürütmenin tokat atan eli değildir…”
Polis bir vasıtadır. Tıpkı devletin de bir vasıta oluşu
gibi. Dava, polisin ne çeşit bir vasıta olması
gerektiğini belirtmektir.
İki çeşit anlayış vardır, diyebiliriz.
Birincisinde: Polis, devleti idare edenlerin elinde
iradelerini, arzularını yerine getirmede, emirlerini
yaptırmada kullandıkları bir zorlama aletidir. Vatandaş
bu aletten korkar. Zira, burada polis “silah kuvveti”dir.
İnsaflı olmaktan çok hoyrattır, haşindir, kabadır. Can
yakar. Hak nedir bilmez. Bilse de tanımaz. Polis, bir
sindirme cihazıdır. Sindirme cihazından azami verim
alınabilmek için işleyişinden ötürü hesap sorulmaz.
Polisle hiçbir zaman yanlış iş görmediği sanısı arız
olur. Bu noktadan ötesinde polis artık bir vasıta
olmaktan çıkar, bizatihi bir gaye haline gelir. Devletle
aynı şey olur. Herşey polis içindir. Polisten üstün
kuvvet yoktur. “Lüzum” gördü mü kişinin üstünü arar,
evine girer. Dilediği zaman kişiyi yakalar götürür.
Keyfince bir yere kapatır ve canı istediği kadar tutar.
Ferdin inancına karışır, kişiyi ibadede zorlar, ya da
mabede gitmesini yasaklar. Her kitabı, her basılmış
eseri okutmaz. Düşüncelerin açıklanmasına izin vermez.
Biraraya gelmeleri önler. Ve daha neler, neler… Bu biçim
polis anlayışının temelinde idare edenlerle kurulmasını
istedikleri düzeni yürütecek kuvvet arasında zımni bir
anlaşma vardır. Bu anlaşmaya göre, polis, idare denlerin
her dediğine körü körüne itaat eder. İdare edenler de
polisi doyurur. Anlaşmadan karlı çıkan polistir.
Doyurulması matlup olduğundan siyasi sorumlular polisin
her türlü kanunsuz yoldan kesesini doldurmasına göz
yumarlar. Polisin sağlayacağı asayişin, daha doğrusu
kamusal korkunun, bedeli çok pahalıdır. Kazancın yüksek
oluşunu gören bazı becerikli zorbaların da polis oyunu
oynama hevesleri kabarır. Ortalığı haraca kesenler peyda
olur ve rahatça, açıktan açığa faaliyet gösterir.
Sopa değil
koruma
Bu
sistemde polis demek, sopa demektir, dayak demektir.
Vatandaşı idare edenleri keyfine ramedecek baskı
demektir.
İkinci çeşit polis, ferde devletin Anayasa düzeni içinde
hür olarak yaşamasını sağlayan bir yardımcıdır. Polisin
eli, dost elidir. Şamar atmaz. Kırıp dökmez, vurmaz.
Vatandaşı ezmek isteyen her kuvvete karşı onu korur.
Tehlike ile vatandaş arasında kalkandır. Çocuğa, kadına,
gebeye, yaşlıya, düşküne özel ihtimam gösterir.
Keyfiliğe karşı hürriyeti savunur. Zulümden korkanlar,
hürriyetlerine gölge düşeceği kuşkusunda olanlar polise
koşarlar. Polis bir koruyucudur.
Bir Sayın
Amiral
Bu
yazıya başlarken polisin bizde ne biçim olmasını
özlediğimi anlatmak amacını güdüyordum. Şimdi, “Dünya”
gazetesinin 10 Ağustos sayısını elime aldım. İkinci
sayfada başlığı da, metni de bana hitabeden bir yazı
var. Okuyorum. Sayın emekli Amiral Buhranettin Erilkun
yazmış. Sonunda bana “değerli” vasfını vermek lütfunda
bulunuyor. Elbet, bundan ötürü övünürüm. Fakat, asıl
Sayın Amiralin gösterdiği vatansever hassasiyetine
duyduğum kıvançla kendisine teşekkürler etmek isterim.
Amiralin bana soruları var. Bir güzel rastlantı ile bu
sorular yazımın konusu içine girmekte.
Sayın Amiral diyor ki:
Devlet Başkanına bir mektup yazmışsın (Telgraf olacak);
öğrencilere düşman gözü ile bakan polisten hayır
ummamalı, demişsin. Halbuki, polis, düzeni korumuştur.
Sen Anayasa Hukuku öğreticisi olarak öğrencileri yermeli
idin; onlara “nizam ve kanunlarla devlet otoritesine
riayet etmelerini” söylemeli idin; ifratkar
hareketlerini önlemen gerekirdi; senden onlara “itidal”
tavsiyesinde bulunmak ve “tarafsız bir nizam dostluğu”
beklenirken böyle hareket etmiş olman bana üzüntü verdi.
Zira, sen böyle yaparsan halimiz pek kötü olur.
“Siyasi”
saldırı
Sayın Amiralin yazdıklarını özetlemeye çalıştım.
Önce, bir yanlış anlamayı düzeltmek isterim: Devletin
misafiri olanlara saldıranları savunmuş değilim. Türk
toprağına ayak basan her insanın hür olduğunu bütün
dünyaya tanıtmak emelindeyim. Ben, bir insan hakları
gönüllüsüyüm. Amerikalı denizci de müttefik devlet
donanması üniformasını taşımasa dahi Cumhuriyet
ülkesinde tekmil insan haklarından en geniş ölçüde
faydalanmalıdır.
Hürriyet, şayet fert meşru otoriteyi saymakta ise yaşar.
Öğrencilerime, değil polis memurunun veya orman
koruyucusunun, lakin bir trafik lambasının dahi düzeni
temsil ettiğini öğretirim.
Devlet Başkanına göndermek cesaretini kendimde bulduğum
telgrafı polisin gece yarısı bir öğrenci yurdunu basıp
orada barınanlara karşı yapabildiği vandalizmi
gazetelerde okuyunca gönderdim. Ben, şiddetin ve zorun
değil, hakkın savunucusuyum. İçimde bu ülküyü taşırım.
Bu
naktayı belirttikten sonra Sayın Amiral ile beraber
olduğum düşüncelere işaret edeyim: 1) O da, ben de
Anayasa üstünlüğü prensibine inanıyoruz. 2) O da, ben de
Atatürk ilkelerine dayanan düzen taraflısıyız. 3) O da,
ben de devletin itibar sahibi olmasını istiyoruz. 4) O
da, benim gibi, bugün bir “siyasi keşmekeş” içinde
bulunduğıumuza inanıyor.
Dördüncü sırada saydığım ve Amiralin memleketin içinde
bulunduğu “siyasi keşmekeş” diye nitelediği durum Devlet
Başkanına gönderdiğim telgrafın konusudur. Anayasa
bekçiliği ödevi dolayısıyla bu durumu (1), numaralı
vatandaşa bildirmek benim görevimdir.
Üniversite öğrencilerinin barındığı yurt binasına polis
saldırtmak “siyasi” bir davranıştır. Bir isteğe karşı
verilmiş siyasi cevaptır. İdarenin öğrencilerin ortaya
koyduğu bir istek karşısına kuvvet dikmesi iki sebebe
dayanır: a) O istek bir temel soruna ilişkindir. b)
İdare, ortaya çıkmış bulunan isteğin üzerine eğilmekten
aciz olduğu için silahlı kuvvet kullanma yoluna
gitmektedir.
Genç ve
itidal!
İdare edenler toplum kuvvetlerini tanımak zorundadırlar.
Bunlar, yerine göre, birer baskı gurubudurlar.
Tanımazlarsa, şimdi önümüzde duran çeşitten elem verici
olaylar meydana gelebilir.
Sayın Erilkun gencin kendisi gibi, benim gibi olmasını
istiyor. Buna imkân var mı? Gençlik ve itidal bir arada
olur mu? Olduğu gün, gençlerimizden ümidi kesmek
gerekir. İtidal sahibi genç yaşamadan yaşlanmış
demektir. Halbuki, gençlik, dinamizmdir, coşkunluktur.
“Beklenmedik”i yaratmaktır, çeşitliliktir. Genç olan
hiçbir şeyde itidal aramayanız. Gençlik acelecidir,
hızlıdır, cüretlidir, yenilikçidir. Böyle olmazsa
ilerici olamaz, yaratıcı düşünce taşıyamaz. Zaman zaman
kanunu bilmezlikten geldiği, ya da gerçekten bilmediği
olur. Bunun da sebebi yine gençliğin heyecandan gelen
ani davranışlarındadır. İtidal ise, ortadır, ortadadır.
Mevcudu tutmadadır. Keyfin bozulmamasındadır. Bu halin
de birçok mahzurları ve hele yeni devletlerde zararları,
vardır. Onun içindir ki, benim inancım, gençliğin
dinamik ve hareketli olması sayesinde yeter ölçüde
canlılık ve yenilikçilik taşımayan düşünceler, ileri
davranışın getirdiği fikirlerle sentez haline gelebilir
ve bunda devlet idaresinde beklenen denge doğar,
şeklindedir.
Sayın Amiralin ve benim kuşağımız kendi
alışkanlıklarımız içindeyiz. Bu halimiz, bir çeşit
nasırlaşmadır. Gençlik ise, her türlü nasırlaşmaya karşı
endişe duyar. Heyecanını açıklamakla da, kalıplaşmış
alışkanlıktan çıkmamız için bizi kamçılar. Bunda büyük
fayda vardır. Herşeyden önce memleket siyasal
yönetiminin teşebbüs gücü artmış olur. Cesur hamlelere
hazırlanabilir. Toplumun ilerici karakteri belirgin hal
alır. Atatürk ilkelerine dayanan düzeni başka türlü
gerçekleştirmek kabil değildir.
Devlet
dediğin…
Sayın Amiralin itina gösterdiği bir husus devlet
itibarının zedelenmemesidir. Haklıdır. Ancak, devlet
itibarını kâğıt para üstündeki imza sağlamaz. İdare
edenlerin davranışı ve idare olunanların devlet hakkında
ve devleti idare edenler hakkında beslediği düşünce
devlet itibarını yaratır. İdare, öğrenci yurduna girmiş,
oradaki çocukların yaşama ve barınma hakkına tecavüz
etmiştir. Beden bütünlüklerini bozmuştur. Bu, bir
olaydır. Elim bir olaydır. Devlet itibarını zedelemiş
olan bir olaydır. Ben, zedelenen devlet itibarının hemen
korunması gerektiği inancı ile hareket ettim. Şüphesiz,
polis de benim evladım. Ama, ben, vatandaşın devlet
içinde Anayasal hakları ile yaşamasını istiyorum. Buna
engel olan herhangi bir kuvvet mensubu, evladım da olsa,
korunmaya layık olmaktan çıkar. Çünkü, her kim vatandaşa
Anayasa ile tanınmış bir insan hakkını inkara kalkışırsa
o, Anayasayı bozmuş olur.
Onun içindir ki, ikinci biçim polis anlayışını öğretmek,
geliştirmek, yerleştirmek zarureti vardır. Sorumlu idare
makamları da böyle düşündüler. Olaylardan sonra bir
diploma verme töreni vesilesiyle, hayli zaman önce
hocası olmak şerfini taşıdığım, içişleri müsteşarı,
polis anlayışımızın değişeceğini beyan etti. Yerinde ve
değerli teşhiste bulundu.
Amiral Erilkun profesörün, üniversite öğrencisini
ifratkar hareketlerden alıkoymasını istiyor. Hangi
teşebbüsün ifrat alanına gireceği önceden bilinebilir
mi? Sonra, “ifratkar” dediğiniz nedir? Hukuk düzeyinin
korunmasında böyle bir ölçü yoktur. Olması da temenni
edilmez. Her yetkili kendine göre belirli bir davranış
için “ifratkar” damgası vurmaya kalkıştı mı “keyfilik”
başlar. Anayasa dışına çıkılmış olur. Hem,
profesör-öğrenci ilişkisi bir lala-çocuk ilişkisine
benzemez. Öğrenci de, profesör de aynı anayasal
haklardan faydalanırlar. Aynı ölçüde fikri açıklama
hürlüğüne sahiptirler. Üniversite seviyesinde yetiştirme
san’atında “alıkoyma” diye bir şey olamaz. Öğrencinin
alıkonması gereken tavırlar ve davranışlar üniversitenin
idare oragnlarında müeyyide altında tutulur. Öğrenciye,
kendisinden gayrı öğrencilerin aynı tarzda hareket
edebilmesini engelleyen bir davranışta bulunmak
yetkisini tanıyamayız. Bİr hak elde edileceği zaman
başkalarının aynı hakkının ezilmesine rıza gösteremeyiz.
Ferdin gösteri hürriyeti vardır. Bunu kanuna göre
kullanacaktır. Bu iş sokakta ve meydanda olur. Sokağın
güvenliği profesörün sorumluluğu içinde değildir. Polis
ödevindedir. Polis de sokak güvenliğini sağlamak için
yatağında yatan çocuğu ölüme sürükleyecek bir harekette
bulunamaz. Bulundu mu, polisi düzeltmek şarttır. Hükümet
Haziran olayları sırasında ileri görüşlülük ve
soğukkanlılık göstermişti. Polisini isabetle
kullanmıştı. Polis de itibar kazanmıştı. Ama, şimdi
itimat kaybetti.
Nasıl
polis?
Bu
gibi aşırı durumların ortaya çıkmaması için yapılacak
şey “polis anlayışı”nı düzeltmektir. Polis, sığınılacak
bir hak koruyucusu olmalıdır. Herkes, küçük büyük
güvenle polisin ağuşuna sokulabilmelidir. İngiliz polis
memurunun bir evde yalnız olan bebeği anası dönünceye
kadar oyaladığını bilir misiniz? İngiltere’de her
televizyon programında: “Bütün dertleriniz ve
sıkıntılarınız için … numaralı (polis telefonu)na
başvurunuz!” diye yayın görürsünüz. Koruma cihazı
polistir. O, beni koruyacak. O, beni anayasal düzen
içinde yaşatacak.
Ben, bir “nizam dostu” değil, bir “düzen delisi”yim.
Düzen olmayan yerde hürriyet de yoktur. Ama, ben
kayıtsız şartsız “düzenci” değilim. Ben, laik,
demokratik ve sosyal hukuk devleti düzeni taraflısıyım.
Anayasa Hukuku’nu da, İnsan Haklarını da, Demokratik
Müesseseleri de, devlet anayasasının gerçekleşmesini göz
önünde tuttuğu bu düzenin kurulması uğruna okutuyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının zaruri gördüğü polis,
bu düzeni gerçekleştirecek olan “hukuk polisi”dir.
Polis, yürütmenin tokat atan eli değildir. Bir an önce
“hukuk polisi”ni kurmamız gerekiyor.
|