Dil ve Hukuk:
KANUNLARDA
TÜRKÇE
DİL İŞLERİNDE Hukukçular NEDEN Geç kaldılar?
Yazan: Bülent
Nuri ESEN
Hemen her gün “Ulus”un ikinci sayfasının bir köşesinden
bize değerli öğütler veren ve dil davamızın en önemli
konularına yetki ile dokunan sayın “Dilci” geçenlerde
dilin Türkçeleşmesi işinde hukukçuların geciktiklerini
yazıyordu.
“Dilci” doğru söylüyordu. Yurtta yeni bir hız halinde
üzerinde uğraşılan, çalışılan bir “Türk Dili” hareketi
var. Onu ilk kamçılayan, her aydına cesaret veren bizzat
Milli Şef olmuştur. Milli Şefin beyannamesinde birçok
direktifler de vardı.
Hukuk dilinin Türkçeleşme bakımından gecikmesi ortada
duran bir olaydır. Ancak, bu gecikmenin sebeplerini
bulup çıkarmak da kolaydır. Gerçekten, her aydında bir
yeni gayret başladı. Hukukçular da aydın değiller mi,
onlar da Milli Şefin direktiflerinden pay almadılar mı?
Elbette onlar da memleketin aydınlarıdır ve elbette ki
onlar da kendisine çizilen yolda yürümek
kararındadırlar. Peki buna rağmen, gecikme neye?
Bu
yazımızda hukuk alanındaki geri kalmanın başlıca
sebeplerini araştıracağız ve dil davasında neler
yapılabileceğine dokunacağız.
***
Bu
sebeplerin en başında hukukçuların herkesten daha çok
kanuna saygı göstermek titizlikleri gelir. Yani, demek
istiyoruz ki, hukukçu, kanunun ruh ve anlamına olduğu
kadar şekli ve ibaresine de saygı gösterir. Bunun
içindir ki, mesela, yerine öz Türkçe bir karşılık koymak
mümkün olduğu halde, kanunlarda yer almış olan
(müzaheret) kelimesini değiştirmek hakkını kendisinde
görmez.
Hâlbuki bu kelimeyi kanun sözü olarak değil de, yazı
gelişi ve mesela bir davaya sebep olan olayları
anlatırken kullanmak gerekirse seve seve yerine öz
Türkçe karşılığını koymakta duraklamaz.
Şu
halde, birinci nokta olarak şunu bellemelidir ki,
hukukçuların dil işinde gecikmelerinden bahsolunduğu
zaman, bununla anlatılmak istenen şey hukukçuların ifade
dillerinde sadeleşmek yolunda yürümedikleri değil, belki
bilim anlamlarını Türkçeleştiremedikleridir. Fakat,
dediğimiz gibi, bunun ilk sebebi, hukuk dilinin kanun
dili ile bir oluşudur. Kanun dili ise, vazifesi olandan
başkası tarafından değiştirilemez. Şayet, her hangi bir
hukuk adamı ve hele adalet kapıları ile her gün ilgisi
olan bir hukuk adamı, kanunda belli bir biçimde
anlatılmış bir anlamı başka bir kalıba dökecek olursa
hâkim tarafından anlaşılmamak tehlikesi ile karşılaşır.
Çünkü, Türk kanunlarına göre hükmeden hâkim, bu
kanunların kullandıkları terimlerin kullanılmasını
ister. Ve bunda haklıdır. Yoksa, adalet kapısında
kullanılan dilde bir kargaşalıktır gider. Bu işte düzeni
ve birliği temin edecek olan kanun dilidir.
Kanun dilinin saflaşacağı muhakkaktır. Hatta saflaşma
başlamıştır da. Kanun terimlerimizin Türkçeleştirilmesi
alanında pek büyük başarılar edileceği söz götürmez.
Hukuk fakültemizin profesörler toplantısından çıkan
“Teşkilatı Esasiye Kanunu”muzun Türkçeleştirilmiş
taslağı bunun en canlı örneğidir. Ancak, hiç değilse,
ana kanunlarımızda kullanılan belli terimlerin yeni
şekillerine göre değiştirilmesini sağlamak lazımdır. Bu
yapılmadıkça, hukukçular kanunun teriminden ayrı terim
kullanamazlar. Bir gazetede yazı yazarken veya bir
konferans sırasında belki (Kamutay yasa koymak yetkisini
kendisi kullanır) denebilir. Fakat, Teşkilatı Esasiye
Kanununun 6 ıncı maddesinden bahsederken (Meclis, teşrii
salahiyetini bizzat istimal eder) demek zorundayız. Bu
madde değişmedikçe durum böyle kalacaktır.
Hukuk alanında görülmekte olduğu söylenen gecikmenin
başka bir sebebi de hukuk dilinin bir bilim dili
olmasıdır.
Konuşma dilinde yazılması adet olan konuların yapılacak
az bir gayretle saf Türkçe yaratılması kabildir. Bilim
dilinde işin içerisine bir de (terim) meselesi giriyor.
İşin içerisine (terim)ler girince durum da değişir.
Halk, hukuk dilinin çoğu terimlerini bilmez, bilemez ve
bilmesi de istenemez. Mamelek, istihkak davası,
zilyedlik, nesebin sıhati, tasarruf, hatta resmi
tasfiye, mülkiyet, zımmi muvafakat gibi sözlerden halk
bir şey anlamayacaktır.
Bu
terimleri karşılayacak Türkçe karşılıklar ya bulunabilir
yahut yaratılabilir. Sade ve benimsenmiş olanları da pek
ala dilde kalabilir.
Bundan başka, terim, başka kelimeler gibi değildir.
Mesela, zilyedlik denince hukuk adamı muayyen bir şey
anlıyor. Terimleri Türkçeleştirirken halk dilinden, eski
Türkçe sözlerden istifade ediyoruz. Hukuk biliminin ise
öyle anlamları var ki yepyeni. Halk bunları bilemez.
Eski Türkçe bunları karşılamayı düşünmemiştir. Bu hal de
hukukçularımızı utangaç olmıya zorluyor. Duralıyorlar.
Uzun zaman karşılığı bulunamıyan (imprévision) terimi
yabancı dildeki şekli ile kullanılıyordu. Günün birinde
bunu (umulmazlık) sözü ile karşılamak düşünüldü ve pek
ala da oldu.
Bunu söylemekten maksadımız, hukukçuların gecikmesine
sebep olan terim meselesinin ve bu konudaki duralamanın
geçiştirilebileceğini anlatmaktır. Hukukun gelişmesi
sırasında edindiği kazançlar demek olan yeni hukuk
anlamları, kullandığımız dilde bazen karşılık
bulabilecektir. Bunun için de biraz yaratıcılık
göstermek gerekiyor.
***
Söylediklerimizden anlaşılıyor ki hukuk bilimi alanında
da dil yenilikleri göstermek mümkün olacaktır. Zaten
hukukun anlatma dili bir hayli yenileşmiştir,
saflaşmıştır. Yalnız anlamlar üzerinde çok çalışılmak
gerektir. Bugüne kadar yapılmış olan gayretler, ne yazık
ki, hiç sayılır. Mesela, ana kanunlarımız (Türk Kanunu
Medenisi, Türk Ceza Kanunu gibi) dil bakımından saf
değildirler. Adından da anlaşılacağı üzere Türk Kanunu
Medenisinde birçok terkip vardır. Bununla beraber, Türk
Kanunu Medenisi, yerine geçtiği (Mecelle)nin kullandığı
terkipler yanında tertemiz sayılır. Bunun bir sebebi de
Mecelle dilinin yeni Türk Medeni Kanununun düşünüş ve
duygusunu anlatmağa yetmeyişi olmuştur.
Kanunlarımızın hepsi de halk diline ve halk anlayışına
uygun gelmiyen kanunlardır. Çokluk kanunun bir tek
cümlesini dahi anlıyamıyan vatandaşlara rastlamak
mümkündür. Ve bu hal her zaman için aşağı yukarı böyle
olacaktır. Çünkü kelimelerin yalnız görünüşteki anlamını
kavramak yetmez. Kelimelerin taşıdıkları fikirleri de
anlamak gerektir.
Çok değerli bir Türk bilgini olan ve memleketin adalet
işlerinin düzenlenmesinde sonsuz emekleri geçmiş olan
Sayın Profesör Bozkurt, haklı olarak, vatandaşın kanunu
anlaması gerekliği üzerinde duruyor. Yalnız, böyle bir
istekte bulunmak kanunun istisnasız olarak her vatandaş
tarafından anlaşılabileceği bir dilde yazılabileceğini
iddia etmek demek değildir. Kanun, en bilgisiz ve okuma
yazması olmıyan vatandaşın dahi anlayabileceği dilde
yazılamaz. Kanunun taşıdığı fikirler ve karşıladığı
istekler böyle bir vatandaşın kafasından geçebilecek
fikirlerden ve duyabileceği ihtiyaçlardan çok ayrı,
çeşitli ve üstündür. Sonra, biraz önce söylediğimiz
gibi, kanunun kullandığı kelimeler bilinse de ne
söylemek istediği anlaşılmıyabilir. Mefhumları bilmek
şarttır. Mesela, aile yurdu dediğimiz zaman hukukçu
olmıyanlarımız bile kendimize göre bir şey anlıyoruz.
Çünkü hem ailenin ve hem de yurdun ne demek olduğunu
biliyoruz. Ancak, Türk Kanunu Medenisi bu mefhumu
herkesin anladığı şekilde kullanmamaktadır.
Meselenin özüne, yani hukuk dilini hangi ölçüde
Türkçeleştirebileceğimiz noktasına gelince, bu alandaki
başarı bir yandan mahkemelerimizin çalışmasına; diğer
yandan da hukuk bilginlerinin verecekleri emeğe
bağlıdır.
Dil işinde gerçekten büyük gayret gösteren
mahkemelerimiz bulunduğu gibi; ananecilik tesiri altında
eski şekillerden ve kalıplardan ayrılmıyan hak
yerlerimiz de çoktur. Adliye Vekâletimiz dahi ayda bir
çıkardığı dergiye hala (Adliye Ceridesi) adını veriyor.
Hukuk bilginlerimiz ve bunların kürsülerden bilim ışığı
saçanları kullandıkları dilde her gün biraz daha
saflaşıyorlar. Mesela, müsavi yerine eşit demekten
çekinmiyoruz.
Bunun gibi, (iltizam) yerine “yüklenmek veya üstlenmek”,
(reşit) yerine “ergin”, (nesep) yerine –iki kelimeyi
birleştirerek- “kanilgi”, (meselei müstehire) yerine
“geciktirici mesele”, (mülkiyet) yerine “benimlik”,
hatta (zilyedlik) yerine “eldemlik” diyebiliriz
sanıyoruz.
Bizim bu tekliflerimiz gibi pek çok hukukçularımız da
başka tekliflerde bulunacaklardır. Maarif Vekilliği
Adliye Vekilliği ile birlik olup kuracakları bir
topluluktan önemli kararlar alabilirler.
Neticede şunu söylemek istiyoruz: Hukukçular, Sayın
(Dilci) nin dediği gibi belki geciktiler. Lakin bu
gecikmeden ötürü sorgulanmamalıdırlar. Her halde onları
(Takvimi Ragıp) gibi terkipleri kullanmak yükü altına
sokamayız. Gecikmelerinin sebebleri var. Bu sebebleri
ortadan kaldırmak ellerinde değildir. Ancak, (terim)
dışında kalan sözlerde üstlerine vazife olanı yapmak
zorundadırlar. Kanun terimlerine dokunmadıkça
yazacağımız yazılarda ve söyliyeceğimiz sözlerde saf
Türkçe kullanmak boynumuza borç olsun.
|