Dil ve Hukuk:[1]

KANUNLARDA TÜRKÇE
DİL İŞLERİNDE Hukukçular NEDEN Geç kaldılar?

Yazan: Bülent Nuri ESEN

            Hemen her gün “Ulus”un ikinci sayfasının bir köşesinden bize değerli öğütler veren ve dil davamızın en önemli konularına yetki ile dokunan sayın “Dilci” geçenlerde dilin Türkçeleşmesi işinde hukukçuların geciktiklerini yazıyordu.

            “Dilci” doğru söylüyordu. Yurtta yeni bir hız halinde üzerinde uğraşılan, çalışılan bir “Türk Dili” hareketi var. Onu ilk kamçılayan, her aydına cesaret veren bizzat Milli Şef olmuştur. Milli Şefin beyannamesinde birçok direktifler de vardı.

            Hukuk dilinin Türkçeleşme bakımından gecikmesi ortada duran bir olaydır. Ancak, bu gecikmenin sebeplerini bulup çıkarmak da kolaydır. Gerçekten, her aydında bir yeni gayret başladı. Hukukçular da aydın değiller mi, onlar da Milli Şefin direktiflerinden pay almadılar mı? Elbette onlar da memleketin aydınlarıdır ve elbette ki onlar da kendisine çizilen yolda yürümek kararındadırlar. Peki buna rağmen, gecikme neye?

            Bu yazımızda hukuk alanındaki geri kalmanın başlıca sebeplerini araştıracağız ve dil davasında neler yapılabileceğine dokunacağız.

***

            Bu sebeplerin en başında hukukçuların herkesten daha çok kanuna saygı göstermek titizlikleri gelir. Yani, demek istiyoruz ki, hukukçu, kanunun ruh ve anlamına olduğu kadar şekli ve ibaresine de saygı gösterir. Bunun içindir ki, mesela, yerine öz Türkçe bir karşılık koymak mümkün olduğu halde, kanunlarda yer almış olan (müzaheret) kelimesini değiştirmek hakkını kendisinde görmez.

            Hâlbuki bu kelimeyi kanun sözü olarak değil de, yazı gelişi ve mesela bir davaya sebep olan olayları anlatırken kullanmak gerekirse seve seve yerine öz Türkçe karşılığını koymakta duraklamaz.

            Şu halde, birinci nokta olarak şunu bellemelidir ki, hukukçuların dil işinde gecikmelerinden bahsolunduğu zaman, bununla anlatılmak istenen şey hukukçuların ifade dillerinde sadeleşmek yolunda yürümedikleri değil, belki bilim anlamlarını Türkçeleştiremedikleridir. Fakat, dediğimiz gibi, bunun ilk sebebi, hukuk dilinin kanun dili ile bir oluşudur. Kanun dili ise, vazifesi olandan başkası tarafından değiştirilemez. Şayet, her hangi bir hukuk adamı ve hele adalet kapıları ile her gün ilgisi olan bir hukuk adamı, kanunda belli bir biçimde anlatılmış bir anlamı başka bir kalıba dökecek olursa hâkim tarafından anlaşılmamak tehlikesi ile karşılaşır. Çünkü, Türk kanunlarına göre hükmeden hâkim, bu kanunların kullandıkları terimlerin kullanılmasını ister. Ve bunda haklıdır. Yoksa, adalet kapısında kullanılan dilde bir kargaşalıktır gider. Bu işte düzeni ve birliği temin edecek olan kanun dilidir.

            Kanun dilinin saflaşacağı muhakkaktır. Hatta saflaşma başlamıştır da. Kanun terimlerimizin Türkçeleştirilmesi alanında pek büyük başarılar edileceği söz götürmez. Hukuk fakültemizin profesörler toplantısından çıkan “Teşkilatı Esasiye Kanunu”muzun Türkçeleştirilmiş taslağı bunun en canlı örneğidir. Ancak, hiç değilse, ana kanunlarımızda kullanılan belli terimlerin yeni şekillerine göre değiştirilmesini sağlamak lazımdır. Bu yapılmadıkça, hukukçular kanunun teriminden ayrı terim kullanamazlar. Bir gazetede yazı yazarken veya bir konferans sırasında belki (Kamutay yasa koymak yetkisini kendisi kullanır) denebilir. Fakat, Teşkilatı Esasiye Kanununun 6 ıncı maddesinden bahsederken (Meclis, teşrii salahiyetini bizzat istimal eder) demek zorundayız. Bu madde değişmedikçe durum böyle kalacaktır.

            Hukuk alanında görülmekte olduğu söylenen gecikmenin başka bir sebebi de hukuk dilinin bir bilim dili olmasıdır.

            Konuşma dilinde yazılması adet olan konuların yapılacak az bir gayretle saf Türkçe yaratılması kabildir. Bilim dilinde işin içerisine bir de (terim) meselesi giriyor.

            İşin içerisine (terim)ler girince durum da değişir. Halk, hukuk dilinin çoğu terimlerini bilmez, bilemez ve bilmesi de istenemez. Mamelek, istihkak davası, zilyedlik, nesebin sıhati, tasarruf, hatta resmi tasfiye, mülkiyet, zımmi muvafakat gibi sözlerden halk bir şey anlamayacaktır.

            Bu terimleri karşılayacak Türkçe karşılıklar ya bulunabilir yahut yaratılabilir. Sade ve benimsenmiş olanları da pek ala dilde kalabilir.

            Bundan başka, terim, başka kelimeler gibi değildir. Mesela, zilyedlik denince hukuk adamı muayyen bir şey anlıyor. Terimleri Türkçeleştirirken halk dilinden, eski Türkçe sözlerden istifade ediyoruz. Hukuk biliminin ise öyle anlamları var ki yepyeni. Halk bunları bilemez. Eski Türkçe bunları karşılamayı düşünmemiştir. Bu hal de hukukçularımızı utangaç olmıya zorluyor. Duralıyorlar.

            Uzun zaman karşılığı bulunamıyan (imprévision) terimi yabancı dildeki şekli ile kullanılıyordu. Günün birinde bunu (umulmazlık) sözü ile karşılamak düşünüldü ve pek ala da oldu.

            Bunu söylemekten maksadımız, hukukçuların gecikmesine sebep olan terim meselesinin ve bu konudaki duralamanın geçiştirilebileceğini anlatmaktır. Hukukun gelişmesi sırasında edindiği kazançlar demek olan yeni hukuk anlamları, kullandığımız dilde bazen karşılık bulabilecektir. Bunun için de biraz yaratıcılık göstermek gerekiyor.

***

            Söylediklerimizden anlaşılıyor ki hukuk bilimi alanında da dil yenilikleri göstermek mümkün olacaktır. Zaten hukukun anlatma dili bir hayli yenileşmiştir, saflaşmıştır. Yalnız anlamlar üzerinde çok çalışılmak gerektir. Bugüne kadar yapılmış olan gayretler, ne yazık ki, hiç sayılır. Mesela, ana kanunlarımız (Türk Kanunu Medenisi, Türk Ceza Kanunu gibi) dil bakımından saf değildirler. Adından da anlaşılacağı üzere Türk Kanunu Medenisinde birçok terkip vardır. Bununla beraber, Türk Kanunu Medenisi, yerine geçtiği (Mecelle)nin kullandığı terkipler yanında tertemiz sayılır. Bunun bir sebebi de Mecelle dilinin yeni Türk Medeni Kanununun düşünüş ve duygusunu anlatmağa yetmeyişi olmuştur.

            Kanunlarımızın hepsi de halk diline ve halk anlayışına uygun gelmiyen kanunlardır. Çokluk kanunun bir tek cümlesini dahi anlıyamıyan vatandaşlara rastlamak mümkündür. Ve bu hal her zaman için aşağı yukarı böyle olacaktır. Çünkü kelimelerin yalnız görünüşteki anlamını kavramak yetmez. Kelimelerin taşıdıkları fikirleri de anlamak gerektir.

            Çok değerli bir Türk bilgini olan ve memleketin adalet işlerinin düzenlenmesinde sonsuz emekleri geçmiş olan Sayın Profesör Bozkurt, haklı olarak, vatandaşın kanunu anlaması gerekliği üzerinde duruyor. Yalnız, böyle bir istekte bulunmak kanunun istisnasız olarak her vatandaş tarafından anlaşılabileceği bir dilde yazılabileceğini iddia etmek demek değildir. Kanun, en bilgisiz ve okuma yazması olmıyan vatandaşın dahi anlayabileceği dilde yazılamaz. Kanunun taşıdığı fikirler ve karşıladığı istekler böyle bir vatandaşın kafasından geçebilecek fikirlerden ve duyabileceği ihtiyaçlardan çok ayrı, çeşitli ve üstündür. Sonra, biraz önce söylediğimiz gibi, kanunun kullandığı kelimeler bilinse de ne söylemek istediği anlaşılmıyabilir. Mefhumları bilmek şarttır. Mesela, aile yurdu dediğimiz zaman hukukçu olmıyanlarımız bile kendimize göre bir şey anlıyoruz. Çünkü hem ailenin ve hem de yurdun ne demek olduğunu biliyoruz. Ancak, Türk Kanunu Medenisi bu mefhumu herkesin anladığı şekilde kullanmamaktadır.

            Meselenin özüne, yani hukuk dilini hangi ölçüde Türkçeleştirebileceğimiz noktasına gelince, bu alandaki başarı bir yandan mahkemelerimizin çalışmasına; diğer yandan da hukuk bilginlerinin verecekleri emeğe bağlıdır.

            Dil işinde gerçekten büyük gayret gösteren mahkemelerimiz bulunduğu gibi; ananecilik tesiri altında eski şekillerden ve kalıplardan ayrılmıyan hak yerlerimiz de çoktur. Adliye Vekâletimiz dahi ayda bir çıkardığı dergiye hala (Adliye Ceridesi) adını veriyor.

            Hukuk bilginlerimiz ve bunların kürsülerden bilim ışığı saçanları kullandıkları dilde her gün biraz daha saflaşıyorlar. Mesela, müsavi yerine eşit demekten çekinmiyoruz.

            Bunun gibi, (iltizam) yerine “yüklenmek veya üstlenmek”, (reşit) yerine “ergin”, (nesep) yerine –iki kelimeyi birleştirerek- “kanilgi”, (meselei müstehire) yerine “geciktirici mesele”, (mülkiyet) yerine “benimlik”, hatta (zilyedlik) yerine “eldemlik” diyebiliriz sanıyoruz.

            Bizim bu tekliflerimiz gibi pek çok hukukçularımız da başka tekliflerde bulunacaklardır. Maarif Vekilliği Adliye Vekilliği ile birlik olup kuracakları bir topluluktan önemli kararlar alabilirler.

            Neticede şunu söylemek istiyoruz: Hukukçular, Sayın (Dilci) nin dediği gibi belki geciktiler. Lakin bu gecikmeden ötürü sorgulanmamalıdırlar. Her halde onları (Takvimi Ragıp) gibi terkipleri kullanmak yükü altına sokamayız. Gecikmelerinin sebebleri var. Bu sebebleri ortadan kaldırmak ellerinde değildir. Ancak, (terim) dışında kalan sözlerde üstlerine vazife olanı yapmak zorundadırlar. Kanun terimlerine dokunmadıkça yazacağımız yazılarda ve söyliyeceğimiz sözlerde saf Türkçe kullanmak boynumuza borç olsun.

[1] Ulus Gazetesi, 9.Kanunusani (Ocak) 1942.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications