GÖRÜŞMELER [1]
Yöneten: Prof.Dr. Orhan Aldıkaçtı

Konuşmacılar:     Prof.Dr. Turhan Feyzioğlu, Cevat Önder (Erzurum Milletvekili), Prof.Dr. Fahir Armaoğlu, Yük. Müh.Tarhan Erdem, Hayrettin Uysal (Sakarya Milletvekili), Prof.Dr. Turan Güneş, Prof.Dr. Bülent Nuri Esen, Nizamettin Erkmen, Mustafa Üstündağ.

                (…)        
Başkan:
“- Sayın Bülent Nuri Esen.”
Prof.BÜLENT NURİ ESEN 

“- Sayın Başkan, Prof.Abadan Unat’ın tebliğindeki bir maddi hataya değinmekle başlamak istiyorum. Tebliğin altıncı sayfasında benden önceki kıymetli hatiplerin de üzerinde durdukları bir nokta var ki, burada bir hızlı düşme oranından söz ediliyor. Bu hızlı düşmeyi, muhterem Profesör Abadan Unat yüzde 12 diye hesap ediyor ve bu hesabı yaparken, 1969 yüzde katılma oranından 1969’un sayısını çıkarmak suretiyle elde ediyor. 76,26’dan 65,35’i çıkarıyor. Burada bir hesap yanlışlığı görüyorum. Çünkü yüzde hesapları böyle yapılmaz. Yüce heyetiniz içerisinde benim amatör matematikçi devremi bilen yanlız Çelikbaş var, başka kimse yok. Aklımın erdiği bir husus olduğu için hesabı yeniden yapıverdim. Bu yüzde 19, yani arkadaşımızın tebliğini teyid eden bir şeydir. Çünkü 76’da yüz olursa 64’de 81 eder. 81’i de bu 100’den çıkarırsanız 19 kalır. Binaenelyh yüzde 19 ölçüsünde bir düşme vardır, hatta daha büyük düşme vardır burada.

İkinci bir nokta, aydınlanma bakımından istirham edeceğim. Bir sorum var, yine bu altıncı sahifesinde gördüğüm bir hususu açıklaması ricasındayım Sayın Profesör Abadan Unat’ın. Burada seçmenin bir memnuniyetinden, memnunluk duymasından bahsediliyor, üçüncü bir sebep olarak, hızlı düşmenin çeşitli nedenleri içerisinde. Bir sade ve sathi mantık var. Memnuniyet söz konusu olsa bu memnuniyetini devam ettirebilmek, sürdürebilmek için oylamaya katılması gerekir, mantığı geliyor insanın ilkin hatırına. Bunun aydınlanmasını rica edeceğim bir. Bir de kendileri Seçim Sosyolojisi –Sociologie Electorale- ele almak istediğim bir nokta da, zannederim yine bizi aydınlatma durumundadır. Çünkü bir değerlendirmede bulunuyorlar yedinci sahifede. Bu Adalet Partisi’nin en güçlü yönü diye nitelendirdikleri ve iki özellik üzerinde topladıkları bir husustur. Buyuruyorlar ki, Adalet Partisi’nin en güçlü yönü, bir defa liberalizmi savunur oluşudur. İkincisi de Avrupa bütünleşmesi hedefinin takip edilişidir. Üzerinde durduğum bir nokta olmasaydı ilişmiyecektim ama, hiçbir seçim kampanyasına girmiş Adalet Partili adayın ağzından yayınlanmış olduğu ölçüde avrupa’ya entegrasyonla ilgili olmak üzere herhangi bir söz çıktığını ben işitmedim. Bunu bir genelleştirme içinde, çoğunluk partisinin politika çizgisi şeklinde belirtmek için acaba sebepleri var mı? diye düşündüm. Çünkü bu, bizim Anayasa hukukçusu olarak arzuladığımız ve fakat bir türlü gerçekleştiğini göremediğimiz bir özlem. Eğer böyle ise ben çok sevineceğim. O bakımdan bir tavzih ricasında bulunuyorum.

Şimdi geleyim arkadaşımızın bu kıymetkar tebliğinde üzerinde durulması gereken iki noktaya. Biri seçim sisteminin sonucuyla ilgili olmak üzere Duverger’in koyduğu bir kanunun memleketimizde gerçekleşmediğine dair olan gözlemiyle ilgili. Arkadaşımız, Duverger’in getirdiği bir kural var o kural bizde tahakkuk etmiyor buyuruyorlar. Ben bir tereddüt geçiriyorum, acaba gerçekten seçmen Türkiye’de kızgın mı? Çünkü bakınız yüzde 52,8 diye verdikleri rakkam çok dikkate değer bir rakkam. Duverger diyor ki, “Seçim sistemine göre siyasal iktidarın gücü belirir.” Seçmen kitlesinin davranışına rağmen ortaya yeni bir sistem çıktığı anlaşılıyor. Zıt bir sistem çıktığı anlaşılıyor. Arkadaşımızın yaptığı gözleme göre ve anlaşılıyor ki, bu sırf partileri tatmin açısından kabul olunan bir sistemdir, bendenizin çıkardığım netice, biraz daha genel. Öyle sanıyorum ki, nisbi temsilin memleketimizde uygulanmak istenmesine ve yasama yolundan bir zorlama getirmesine rağmen, seçmen kitlesinin tutumu çoğunluk sisteminin uygulanması istikametindedir ve bu zıt gibi görünen netice bundan ötürüdür. Gerçi dün burada ifade edildi ve sonra onu kamu haberleşme araçları hem radyo, hem televizyon olarak benim dinleyebildiğim kadarına göre bütün siyasal parti temsilcilerinin bir ittifakı imiş gibi bildirdi. Nisbi temsil üzerindeki buluşma şeklinde ifade etti. Bilmiyorum böyle bir ittifak olduğunu ama bilimsel yönden hasta muayenesinde şunu görüyoruz ki, arkadaşımızın getirdiği gözleme göre ki, gerçek rakamları da beraberinde taşıyor, nisbi temsil üzerindeki kanunsal israr tatbikatta seçmenin kendi dehasıyla istediği sistemden ayrılmasını mutlaka icap etmiyor. Ya hep ya hiç’çi partiler vardır. Seçmen de öyle düşünüyor. Diyor ki, bu kazansın, öteki de kaybetsin ama, şuna şu kadar, şuna bu kadar vereyim. Baklava tepsisini kardeşler arasında bölüştürme gibi yapmıyor. O yola gitmediğini, anladığım bir netice olarak arz ediyorum. Bu şunu gösteriyor, şimdi:

Anayasa Hukuku yönünden bizde parlamentonun yapısal bakımdan güçlendirilmesi problemi vardır. Bu problem üzerinde durmak ve bunun çözüm yollarını getirmek mevkiindeyiz. Bu seminerin zannediyorum bize kazandırdığı çok değerli noktalardan birisi bu oldu. Parlamento yapısal yönden bir revizyona tabi tutulmak zorundadır. Çeşitli şekillerde zaten bazı hastalıkların getirilmesi bunu gösterdi. Demek istiyorum ki, arkadaşımız bir patalojik durumu getirdiler. Fakat buradan anatominin tamirini icap ettiren, bir neticeye doğru gitmek zarureti hâsıl oldu. Şimdi bunun tedavisi nedir, nasıl bir takım terapatik tedbirler alınmak gerekir. Belki bir başka seminerin konusu, belki bir başka bilimsel konuşmanın başlıca mevzuu olacak ve önümüze gelecek.

Arkadaşımın bu düşünceler içerisinde üzerinde durduğu ve bana pek muazzez olan ve benim içimde çok aziz telakki ettiğim bir nokta, eğitim faktörünün siyasal partiler yönünden gene ortaya çıkmış oluşudur. Siyasal partiler dün arzetmeğe çalıştığım, -bir suçlandırma telakki edilmemesi hususunda hassaten, recakar olduğum- siyasal partiler, Türkiye’de Atatürk’ün ölümünden bu yana kendilerine bilimsel yönden düşen eğiticilik fonksiyonlarını yerine getirmiyorlar. Bu eğitme işini siyasal partilerden beklemek milli bütünlüğün bir hakkıdır. Buna itina göstermeleri hususuna delalet eden neticeler çıkarıyorlar. Ana neticeler çıkarıyorlar. Yüzde 100 kendileriyle beraberim. Bunu tekrarlamış olmanın hazzını bana vermiş oluyorlar.

Şimdi geliyorum muhterem arkadaşımın sonuçlarına… Asıl bütün çabasının meyvelerini bize orada veriyor ve ikram ediyor. Türkiye’de genel seçimlerin hangi sorunun cevabını getirdiği hususunun araştırılması lazım. Burada arkadaşımızın Romen rakamlarıyla tesbit ettiği iki ve üçüncü sonuçlar üzerinde kendisiyle tamamen beraberim. Nitekim iki numaralı sonuca, zannederim Feyzioğlu arkadaşım da izahatında bildirdi; katılmamaya imkân yok. Bir rakamlı sonuç aslında bir sonuçlar demeti halinde, çünkü birçok hususları beraberinde getiriyor. Bunlardan bazılarına temas etmek istiyorum. Evvela bilmiyorum belki neticede anlaşacağız Sayın Güneş arkadaşımla, amma bir depolitizasyondan bahsetti: Siyasileşsizme diye belki çevirebileceğimiz fonksiyonel bir husus, tespit ediyoruz dünyanın her yerinde var ama tek yönlü bir yol değil. Gidip gelme istiyor, iki taraflı, bir yol bu. Politizasyon da var işin içinde… Çünkü seçmenin ilgilenmesi, yüzde oranlarının artışı, oylamaya katılışlar politizasyonun güçlendiğini ifade ediyor. Siyasileşme olayı olarak karşımıza çıkıyor. Dört esas içerisinde bu siyasi partiyle özdeşleşmededikleri başka memleketlerde de tesbit edilmiş bulunan olayın Türkiye’de bir katiyet ifade edip etmediği hususunda benim biraz şüphem var. Şüphem var çünkü, bizde bu çeşit bir idantifikasyon daha ziyade parti liderinin kişiliği üzerinde. Sokaktan alabildiğim intiba ile arz edeyim ki, ben İsmet Paşa’ya vereceğim diyor adam, ben Demirel’e vereceğim diyor, ben Osman’a vereceğim diyor, Bölükbaşı’yı kastediyor. Evet, ne zaman liderden söz ediyor, Mehmet Ali Aybar’a ne diyor –TİP vefat etti başka- fakat ben işçiye vereceğim diyor. Öyleyse orda ilk defa fikir partisi gelmiş oldu. Bir sistem halinde gelmiş oldu. Onun dışında, tabii, kişi partileri var. Genişleterek kadro partisi şeklinde ifade etti arkadaşımız onu. Ama kadronun nasıl yok olup gittiğini, orda bir çekici güce sahip olan lideri, gözden kaçırmamak lazım. Burada bir sosyal grubun standartlarına sadakat beslemesi şeklinde ifade edilen bu bilimsel formül içerisinde ifadesini bulan beyanları var ki, bir soruyu akla getiriyor. Acaba diyorum, kendi kendini bir nevi yalanlayan bir beyan olmuyor mu, hem standartlara sadakat beslenmesi diye bir umut taşıması gerekiyor, hem de bütünleşmeden bir kopma vukua gelmiş oluyor. Bunlar birbirini ifna edici iki güç çekişmesi gibi geldi bendenize. Şimdi, başka bir, yani psikolojik amile de istinat eden bir çelişki gibi gördüğüm noktayı açıklayayım. Gene bunun bir nedeni muhterem Profesör Abadan Unat’ın “sonuç” içerisindeki kesimde, oylamanın Türk seçmeni için tamamen ferdiyetçi nitelik taşıyan bir davranış olduğunu açıklamasıdır. Bizim görüşümüz, bu değil. Yani bunu bir ileri netice gibi kabul etmeye imkân yok. Bizim istediğimiz, modern siyasi parti anlayışı içerisinde ve parti hayatı, yani pluralist bir yaşantı, siyasal yaşantı içinde, seçimde oylama dağılışının seçmen için daha ziyade kolektif bir davranış haline gelmesi. Ferdiyetçi kaldığı ölçüde 1789’ların getirdiği özgürlük anlayışına uygun olacak, ama modern insan hakları fikrine dayanan devlet bakımından, bizim istediğimiz bir hâsıla bir netice olmuş olmayacak. Demek isterim ki, seçmen bizde seçmen, arkadaşımın teşhisine göre bir yandan bir hazır elbise arıyor, öte yandan kendi alışkanlıklarından kurtulamıyor. Ama bunun ilacını gene tebliğ vermiş. O ara netice dediğim eğitici fonksiyon var ya, o onun özlediği, kendisinin de özlediği o eğitimle bunu pekâlâ sağlayabilmek mümkün olacaktır sanıyorum. İşte bu noktalar üzerinde düşüncelerimi arz etmek istedim. Sayın Başkan, imkân verdiğiniz için size çok teşekkür ederim.”

[1] Hürriyet Seçim Semineri (18-20 Mart 1972, Tarabya Oteli-İstanbul) 2.inci gün Prof.Dr. Nermin Abadan Unat’ın “1965 ve 1969 Seçimleri ve Siyasal Katılma” konulu tebliği üzerine yapılan konuşma.

 
 
• site danışmanı:asia minor marketing communications